Roboskî’de dinmeyen acı

Türk ordusuna bağlı savaş uçakları tarafından 28 Aralık’ta Roboskî’de çoğu çocuk 34 yurttaş bombalanarak katledildi. Hükümet ve devlet medyası tarafından üstü örtülmeye çalışılan katliamın failleri hala ortaya çıkarılmadı. Roboskîli aileler ise ilk günkü acılarıyla devletten hesap sormaya devam ediyor.

Roboskî’de-dinmeyen-acıGünlerin yeni bir yıla doğru evrildiği 28 Aralık 2011’de dünyaya gözlerini açmalarından çok önce çizilmiş, suni sınıra doğru yol alan çoğunluğu daha çocuk 34 yurttaş, Şırnak’ın Qilaban (Uludere) İlçesine bağlı Roboskî (Ortasu) Köyünde TSK’ya ait savaş uçakları tarafından bombalanarak katledildi. Yaşandığı ilk andan itibaren üstü örtülmeye, saklanmaya çalışılan katliamın failleri aradan geçen iki yıla rağmen ortaya çıkarılmadığı gibi olaydan birinci dereceden sorumlu olan hükümette, bu sorumluluğu yerine getirmek yerine bu açık katliamın faillerini koruma yoluna gitti. Yitirdikleri yakınları için çıktıkları adalet yolcuğunda milyonlarla bir olan Roboskîli aileler ise adalet ararken, herkesi devletten hesap sormak için Roboskî’ye çağırdı.

Takvim yaprakları 28 Aralık 2011’i gösterdiğinde, Şırnak’ın Qilaban İlçesine bağlı Roboskî yakınlarındaki sınırda gecenin sessizliğini bozan bomba sesleri yükseldi. Bir sınır kasabasının kaderiyle varlıklarını sürdürmek için yıllardan bu yana olduğu gibi Federal Kürdistan Bölgesi’ne geçerek sigara ve mazot getiren çoğunluğu çocuk 34 sivil Kürt yurttaş, dönüş yolundayken Diyarbakır’dan kalkan TSK’ya ait F-16 savaş uçakları tarafından bombalanarak katledildi. Saat 21.20 sularında gökten yağan yüzlerce kiloluk kazan bombalarıyla bombalanarak yaşanan katliam, sınıra gidişlerden haberdar olan köydeki karakolun bilgisi dahilinde yaşandı. Geçmişte sınırlarda yaşanan pek çok olaydan farklı olarak bu kez bir mayın ya da kurşundan öte yüksek teknolojik uçaklarla gerçekleşen bu katliam, saldırı da hayatta kalmayı başaran bir kaç kişiden biri olan Servet Encü’nün köye gelerek olayı köylülere anlatması ile duyuldu.

Bu sefer gizlenemedi
Katliamdan sadece bir kaç saat sonra yaşanan olayı ilk olarak DİHA abonelerine duyurdu. Katliamı duyan katledilenlerin yakınları ve köylüler ise, koştukları olay yerinde parçalanmış insan cenazeleri ile karşılaştı. Cenazeler kömürleşmiş, parçalanmış uzuvların her bir parçası dört bir yana dağılmış, katırların iç organları etrafa saçılmış ve parçalanmış insan ve katırların etleri birbirine karışmıştı. Etraftan topladıkları cenazelerinin yan yana dizildiği görüntüler, Kürt basın kurumları tarafından dünyaya servis edildiğinde yaşanan vahşet daha bir görünür olmaya ve tepkiler ilk andakinden de güçlenerek artmaya başlamıştı. Bu tepkilerin büyümesine neden faktörlerden biri de 34 sivil yurttaşın katledildiğine dair en ufak bir bilginin bile Türkiye basını tarafından görülmemesi ve kamuoyundan saklanmasıydı.
Katliamı görmek için resmi açıklama yayınlanmasını bekleyen medya, Şırnak Valiliği’nin ‘’Sadece 20’nin üzerinde kişinin öldüğü yönünde bilgi var. Konuyla ilgili valilikte kriz merkezi oluşturuldu” demeci sonrasında, Kürt medyası tarafından zaten o saate kadar tüm ayrıntılarıyla duyurulmaya çalışılan vahşeti görmeye başladı. Fakat konuya ilişkin servis edilen haberlerde katledilenlerin sivil yurttaşlar olduğu gerçeğinin üstü örtülmeye çalışılarak, HPG’li oldukları algısı yaratılmaya çalışılarak.
Medya üzerinden bir yandan bu algı yaratılmaya çalışılırken, 34 sivil yurttaşın katledilmesine dair hükümet kanadından olayın üzerinden saatler geçmesine rağmen tek bir açıklama ile yapılmadı. Tanık olunan durum için herhangi bir açıklamaya ihtiyaç duymayanlar ise Roboskî’den gelen haberler üzerine Türkiye’nin dört bir tarafında büyük bir öfke ile ayağa kalktı. Giderek büyüyen öfke karşısında kabul edilen katliam, bu kez “kaza” denilerek geçiştirilmeye çalışıldı. Sorumluların ortaya çıkarılıp, yargılanması yönünde kendisini dayatan irade karşısında başlatılan soruşturmada aradan geçen iki yıla rağmen bir tek sorumlu bile ortaya çıkarılmadı. Katliamı anı anına çeken heron görüntülerine, hazırlanan raporlara ve kurulan araştırma komisyonlarına rağmen, emir-komuta zinciri içerisinde katliamdan birinci derecede sorumlu hükümet, bu sorumluluğundan kaçmak için failleri çıkarmak için en küçük bir adım bile atmadı.

Büyükler adalet çocuklar arkadaşlarını arıyor

Türk ordusuna ait savaş uçakları tarafından çoğunluğu çocuk, 34 sivilin katledilmesi üzerinden 730 gün boyunca Roboskî katliamı konusunda binlerce sayfalık açıklama ve raporlar yayınlanmasına rağmen, katliamın kim tarafından gerçekleştirildiği konusu ve faillerin yargılanması mevzusunda bir arpa boyu dahi yol alınmadı. Katliamda yakınlarını kaybeden aileler ise, aradan iki yıl geçmesine rağmen hala siyah elbiseler giyerek 34 yurttaşın yasını tutmaya devam ediyor. Bu yıl her yerde olduğu gibi Roboskî’de de yoğun kar yağışını görmek mümkün. Kar kalınlığı çok fazla olduğu için Federal Kürdistan Bölgesi’nden yapılan mazot ve sigara ticaretine birkaç günlüğüne ara verildiğini öğreniyoruz. Dışarıda karın keyfini çıkaran çocuklardan başka kimse yok. Evlere konuk olduğumuzda, ilk saatlerden itibaren Roboskî’de yaşananları dünyaya duyuran Med Nûçe, Sterk Tv, Ronahî ve İMC Tv’de katliamın yıldönümüne ilişkin hazırlanmış programları seyreder halde buluyoruz aileleri. Yaşananlara dair değinilen her ayrıntı ile o anları yeniden yaşanan, kabuk bağlamayan yaraları yeniden kanayan ailelerin gözyaşları da katliama dair görüntülerle akıp gidiyor.
Gözlerden düşen damlalar, bugün yanaklarını ve parmaklarını ıslatsa da yarın toprağı ıslatacak. [pullquote]Katliamın yaşandığı günden bu yana her Perşembe günü bombaların hedefi olduktan sonra battaniyeler içerisinde yan yana dizilen çocukları, babaları, eşleri ve kardeşlerinin, yine yan yana bulunan mezarları başında toplanan yakınları, sarıldıkları mezar taşında hasret giderip, adalet taleplerini haykırıyor.[/pullquote]

‘Biz o sınırları tanımıyoruz’
Oğlu Vedat Encü’nun mezarı başında oturmuş, mermerin üzerindeki karları temizleyen annesi Mercan Encü’nun yanına gidip, ‘katliamın üzerinden geçen iki yılda devlet ve hükümet yetkililerinin olayın aydınlatılması için herhangi bir adım atıp, atmadığını?’ soruyoruz. Anne Mercan Encü, “Maalesef iki yıl geçmesine rağmen herhangi bir adım atılmadı” cevabını veriyor. Anne Encü, “Bırakın adım atmayı biz 34 canımızın katledildiği yere, 34 karanfil bıraktığımız için her birimize 3’er bin lira para cezası verdi. Bu iki yıl içinde bırakın bu katliamı yapanları cezalandırmayı, onları ödüllendirdiler bile. Ben ömrümün sonuna kadar onlara lanet okuyacağım” sözleriyle dışarı dökebiliyor yaşadığı acı ve öfkeyi.

‘Her açıklama ayrı bir katliamdı’
Katliamda yaşamını yitiren Nadir Alma’nın ağabeyi Hikmet Alma ise “Yargı boyutuyla zaten Roboskî katliamının üstü örtülmeye çalışıldı. Katliam soruşturmasının sivil savcılıktan alınıp, askeri savcılığa verilmesi bizi ayrıca derinden yaraladı. Çünkü biliyoruz ki alt rütbedeki bir askerin bir üst rütbedeki askeri yargılayamayacağını, sorgulamayacağını biliyoruz. Türkiye’de bunun pratiğini çok gördük” dedi.

‘Biz de kardeşlerimizle öldük’
Lise son sınıfa giden ve üniversite sınavlarına hazırlanmaya çalışan katliamda kardeşleri Zeydan ve Orhan’ı yitiren Nazım Encü, “Katliamın üzerinden iki yıl geçmesine rağmen, hala okula gitmekte zorlanıyoruz, okuyamıyoruz, sınavlara girdiğimizde de başarısız oluyoruz. Çünkü kendimizi veremiyoruz. Biz de ağabeylerimiz, kardeşlerimiz, arkadaşlarımızla öldük. Hiçbir şey yapamıyor, sağlıklı düşünemiyoruz. Ne yaparsak her şey boşunadır gibi geliyor bize” cümleleriyle özetliyor içerisinde bulunduğu ruh halini.
Katliamda ağabeyi Serhat Encü ve okul arkadaşlarını kaybeden Züleyha Encü de, katliamdan önce derslerinin çok iyi olduğunu, kendini adeta okul okumaya verdiğini, ama katliamdan sonra psikolojisinin bozulduğunu, okulla hiç gitmek istemediğini belirtiyor.

‘Arkadaşlarımızın sıraları boş’
Lise 4’ncü sınıfta üniversite sınavlarına hazırlanmaya çalışan katliamda yaşamını yitiren Nadir Alma’nın kardeşi Selma Alma ise, diğer arkadaşları gibi katliamdan sonra psikolojisi bozulduğunu, kendini derslere veremediğini söylüyor. “Çok kötü bir durum ve insanın psikolojisi kaldırmıyor. Çünkü okula gittiğimiz zaman o arkadaşlarımızın sıraları boş, kimse orda oturmak istemiyor. Çünkü hala o arkadaşlarımızın sıralarında oturduğunu düşünüyoruz. Gözümüz o boş sıralara kaydığında kötü bir psikoloji oluşuyor bizde. Okul saatlerinde okulda olmamız gerekirken, ayaklarımız bizi mezarlığa getiriyor. Kendimizi mezarlıkta buluyoruz. Okul idaresinin ısrarlarına rağmen, bize mezarlığı yasaklamalarına rağmen biz yine de mezarlığa geliyoruz” sözleriyle dile getiriyor Alma içerisinde bulundukları durumu.

Çocuğuna Nebi adını koydu
Nebi Encü, babası Selim Encü katledildiğinde anne karnında daha iki aylıktı. Selim Encü, doğacak çocukları için eşi Fatma’ya “erkek olursa ismini Nebi koyacağız” demişti. Yeni doğan Nebi dışında 4 çocuğu daha olan ailenin bu çocuklarından biri zihinsel engelli. Baba Encü engelli çocukları ile birlikte ailesinin diğer üyeleri için gittiği sınırdan geri dönmesine izin verilmedi. Geride kalan 5 çocuğu da yetim kaldı. Eşini yitirmesinin ardından oğlu Nebi’nin doğumuna dahi sevinemediklerini belirten anne Fatma Encü, çünkü acılarının dinmediğini, acılarını dindirecek hiçbir gelişmenin de yaşanmadığını ifade etti.

‘Erkan adını verdim’

Felek Encü, katliamda oğlu Erkan Encü ile birlikte iki kaynını kaybetti. Katledildiğinde oğlu Erkan henüz 13 yaşındaydı. Yitirdiği oğlundan sonra birkaç ay önce bir erkek evlat dünyaya getiren anne, yitirdiği oğlunun ismini yeni doğan oğluna verdi. “Oğlum geçen yıl Şubat ayında 14 yaşına girecekti ama zalimler izin vermedi. O zalimler ellini kolunu sallayarak hala ortalıkta kimin evini yakacağının peşindeler. Bizi görmüyorlar, biz sanki yokmuşuz gibi davranıyorlar, bizi hiçe sayıyorlar. Eşim korucu gazisidir, ama bunu söylemekte utanıyoruz” diyen anne Felek Encü, yeni doğan oğluna Erkan adını verse de çoğunu bu ismi kullanamadığını belirtiyor daha söylerken duyduğu acı nedeniyle. O yüzden de Can diye sesleniyor küçük oğluna.

‘Oğlum öfke dolu olacak’
Oğlu Hüsnü’nün büyüyüp, babasının devlet tarafından katledildiğini öğreneceği anda devlete karşı çok büyük öfke duyacağını belirten anne, “Bu olayla ilgili bizi tatmin edecek herhangi bir adım atılmadı. Bize sadece biz bu katliamı yaptık, alın tazminatınızı ve sussun diyorlar. Ama biz hiçbir zaman susmayacağız ve davamızın peşini bırakmayacağız. Bu failler yargılanıp cezalandırılıncaya kadar biz de mücadelemizi sürdüreceğiz” diyerek noktaladı sözlerini.

34 hayat 34 ağıt
Türk savaş uçakları ile bombalanarak katledilen 34 yurttaşın kısa hayat hikayeleri:
Karker Encü: Katledildiğinden 16 yaşındaydı. Ortaokulu bitirdikten sonra ailesinin maddi durumunun kötü olması nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldı ve yaşıtları gibi sınırın öte yanına gidip gelmeye başladı.
Seyithan Encü: Katledildiğinde 21 yaşındaydı. Lise birinci sınıfa kadar okuyan Seyithan, başarılı bir öğrenci olarak bilinir, hemen her yıl sınıfını takdirle geçerdi. Okumayı çok istediği halde ailesinin maddi durumunun kötü olması nedeniyle okulu bırakmıştı.
Nadir Alma: Katledildiğinde 17 yaşındaydı. Nadir, ağabeyi Ebubekir ve kardeşi Feyaz Alma’nın askere alınmasının ardından ailesi ve kardeşlerine bakmak için sınıra gitmeye başladı. O da o gece katledilenler arasındaydı.
Nevzat Encü: Katledildiğinde o da 19 yaşındaydı. Tutkunu olduğu futbol kadar okumayı da çok seven Nadir, derslerinde başarılı bir öğrenciydi. Sınırda bombalar gelip kendisini bulduğunda, daha lise son sınıfa gidiyordu.
Osman Kaplan: Katledildiğinde 31 yaşındaydı. Evli ve 5 çocuk babasıydı. Küçük yaşlarda 5 kardeşine bakmak zorunda kalan Osman, inşaat işleri bulamadığı zaman sınıra gitmeye başladı. Ailesine bakmak için sınırın öte yanına son gidişi oldu.
Şerafettin Encü: Katledildiğinde 18 yaşındaydı. Annesini 2006 yılında yitirdiğinde ailenin en büyük çocuğu olması nedeniyle babasıyla birlikte diğer 4 kardeşiyle o ilgileniyordu. Sınıra bu kez, yitirdiği annesinin mezarını yapmak üzere gitmişti.
Özcan Uysal: Katledildiğinde 18’ine yeni girmişti. Babasıyla iki arkadaş gibi ilişkisi vardı. Çobanlık yaparken dağları daha bir sevmeye başlayan Özcan, sonrasında gitmeye başladığı sınırda, dağların arasında yaşamını yitirdi.
Selim Encü: Katledildiğinde 39 yaşındaydı. Evli ve 3 çocuk babasıydı. Babasını daha anne karnındayken yitiren Selim, daha başta zor bir dünyaya adım atmıştı. Sınırda 33 kişiyle birlikte katledildiğinde hamile olan eşi, dünyaya bir erkek çocuk getirdi.
Vedat Encü: Katledildiğinde 18’indeydi. Lise birinci sınıfa kadar okuyan Vedat, okulunu bırakıp çalışmaya başladı. Özel bir firmada iş makinesi operatörlüğü yapmaya başlayan Vedat, yaz aylarında çalışıyor, kış aylarında ise iş olmadığı zamanlar sınıra gidiyordu.
Muhammet Encü: Katledildiğinde daha 13 yaşındaydı. 7’nci sınıf öğrencisiydi. Ailesinin tüm itirazlarına rağmen arkadaşlarıyla sınıra giden Muhammet, son gidişinde geri dönemedi.
Erkan Encü: Katledildiğinde o da daha 13 yaşındaydı. Maddi durumu kötü olan aile kısıtlı imkânlarla Erkan’ı 7’nci sınıfa kadar okuttu. Katliamın gerçekleştiği o gün de, okuldan geldiği gibi katırını hazırlayıp, yüzünü sınıra döndü. Daha ikinci gidişiydi.
Hüsnü Encü: Katledildiğinde 20 yaşındaydı. Evliydi, sınıra gitmeyi hiç istemiyordu. Her gidişinde tedirgin bir şekilde geri dönmesini bekleyen eşini, bir gün bu gidişlerinin son bulacağını söyleyerek teselli ediyordu. Katledildiğinde eşi henüz 2 aylık hamileydi.
Cihan Encü: Katledildiğinde 19 yaşındaydı. Bir hastalık nedeniyle babasını, bir kaza sonucu da annesini yitirdikten sonra kardeşleriyle birlikte hayata tutunmaya çalıştı.
Savaş Encü: Katledildiğinde 14’ündeydi. Hayvanlara yoğun bir ilgi ve sevgisi olan Savaş’ın çok sevdiği bir köpeği de vardı. Ağabeyi Hüsnü ile birlikte o gece savaş uçaklarının hedefi oldu. Yanında götürmediği çok sevdiği o köpeğini, o günden sonra köyde gören olmadı.
Bilal Encü: Katledildiğinde 16 yaşındaydı. Gözleri görmeyen babası Ahmet Encü’nün eli, ayağıydı. Katliamda yaşamını yitirdiği gün okuldan gelmiş, üstünü değiştirdikten sonra arkadaşlarıyla birlikte sınıra gitmişti. O da bir daha geri dönemedi.
Mahsum Encü: Katledildiğinde 17’sindeydi. Lise 1 öğrencisiydi. Arkadaşlarıyla arası çok iyi, çalışkan ve başarılı bir çocuktu. O da arkadaşlarıyla birlikte, 1997 yılında sınırda hayatını kaybeden dedesinin akıbetine uğradı.
Bedran Encü: Katledildiğinde 13 yaşındaydı. Çok sevdiği babası 1998 yılında mayına basması sonucu ayağından sakat kalmış ve sağ elinin 5 parmağını kaybetmişti. Ayağındaki naylon ayakkabıyla, kendisi ve küçük kardeşlerine kışlık ayakkabı alacak parayı kazanmak istiyordu.
Fadıl Encü: Katledildiğinde 20 yaşındaydı. Futbolu çok sevip, Fenerbahçe’yi tutardı. Aldığı formayı üzerinden çıkartmazdı. 28 Aralık’ta bombaların altınca parçalanan cenazesini babası üzerindeki forma parçalarından tanıyabildi.
Mehmet Ali Tosun: Katledildiğinde 24 yaşındaydı. Sınır ticaretinde oldukça önemli bir role sahip olan bir katıra dahi sahip olmadığı için ancak arkadaşlarından 25 TL karşılığında kiraladığı katırla sınıra gidebiliyordu.
Cemal Encü: Katledildiğinde 17 yaşındaydı. Her gün 5 km’lik yolu yürüyerek okula gidiyordu ve öğretmen olmak istiyordu. YGS sınavına giriş başvurusu ücreti ile birlikte okul kantinine olan 20 liralık borcunu kapatmak için gitti.
Selam Encü: Katledildiğinde 22 yaşındaydı. Üniversite son sınıf öğrencisiydi. Ailesinin maddi durumu iyi olmadığından dolayı okul ve yol masraflarını çıkarmak için çalışmak zorundaydı. Katıldığı kervanla çıktığı ölüm yolcuğundan geri dönemedi.
Hüseyin Encü: Katledildiğinde 20 yaşındaydı. 6 yıldır miras kalan kader çizgisi üzerinde sınıra gidiyordu. Deniz mavisi gözleri vardı. Katledildiğinde gözlerinin mavisi, gecenin karanlığıyla örtüldü.
Aslan Encü: Katledildiğinde 17 yaşındaydı. Sınıra gitme işi normalde ağabeyi Halil’in sırtındaydı. Ama sınırda bastığı mayınla sol bacağını kaybetmesi sonrası bu yük onun omzuna bindi. Ağabeyinin ayağına protez alacak parayı biriktirmek için gidiyordu.
Şıvan Encü: Katledildiğinde daha 13’ündeydi. Adını aldığı Kürt sanatçı Şivan Perwer’i çok severdi. Aldığı kasetçalar ile sürekli onu dinlerdi. En çok da Halepçe şarkısını. Sınıra da daha yeni yeni gitmeye başlamıştı.
Orhan Encü: Katledildiğinde 21 yaşındaydı. Yüzünden eksik olmayan tebessümü nedeniyle okulda öğretmeni “Güler Orhan” adını takmıştı. Hayalini kurduğu bilgisayarı almak için ağabeyi Zeydan ile birlikte ilk defa gittiği sınırdan ikisi de geri dönemedi.
Zeydan Encü: Katledildiğinde 25 yaşındaydı. Ağır başlı bir genç olarak bilinen Zeydan, şoförlüğü çok sevdiği için köyde bulunan traktörlerin üzerinden hiç inmezdi. O gün kardeşi Orhan ile birlikte sınıra giden Zeydan, kardeşiyle aynı sonu paylaştı.
Salih Encü: Katledildiğinde 16 yaşındaydı. Küçüklüğünden beri babası, amcaları ve köydeki gençlerin çıktığı sınır yolculuğunu çok merak eden Salih, babasının gitmesine izin vermemesine rağmen o gün okuldan döndükten sonra arkadaşlarının arasına katıldı.
Yüksel Ürek: Katledildiğinde 21 yaşındaydı. Keklik ve güvercin besliyordu. Engel tanımayarak özgürce sınırın öte tarafına gidip, gelen güvercinlerine eşlik edercesine ara sıra sınıra gitmeye başlayan Yüksel’in son gidişinde yaşamı da elinden alındı.
Adem Ant: Katledildiğinde 19 yaşındaydı. Roboskî’de bulunan halasının yanında kalıyordu. Sınıra giderek maddi durumu iyi olmayan ailesine yardımda bulunurdu. Adem, yakında evleneceği için sınıra gitmeyi sıklaştırdı. O gece yine gitti ve geri dönemedi.
Salih Ürek: Katlediğindinde 18 yaşındaydı. Son gidişinden önce kız arkadaşına aldığı hediye kolyeyi saklaması için annesine verdi. Geri dönüşünde kız arkadaşına kendisi verecekti. Ama o da diğer arkadaşlarıyla birlikte o sınırdan geri dönemedi.
Celal Encü: Katledildiğinde 15 yaşındaydı. Annesinin 2008 yılında bir hastalıktan dolayı yaşamını yitirmesi Celal’i yıpratmıştı. Annesinin ölümünden sonra çok sevmesine rağmen okulunu bıraktı. O gece de gittiği sınırda arkadaşlarıyla beraber katledildi.
Hamza Encü: Katledildiğinde 21 yaşındaydı. Okulunu bırakması sonrası bir süre şehir dışında başka işler yapan Hamza, köye dönünce yeniden sınırın öte yanına geçmeye başladı. Bombardımanda parçalanan cesedini, annesi elleriyle toplamak zorunda kaldı.
Şervan Encü: Katledildiğinde 19 yaşındaydı. Şervan, İstanbul’a giderek bir süre fırınlarda çalıştı Roboskîli akranları gibi. Daha sonra köyüne dönen Şervan, aldığı katırı çok sevdiği için binmeye bile kıyamıyordu. Şervan’ın cansız bedeni, kıyamadığı katırına yüklenerek köyüne getirilebildi.
Serhat Encü: Katledildiğinde 15 yaşındaydı. İki ağabeyi üniversitede okurken, onun payına sınıra gitmek düştü. Ağabeyini arayarak “ben sana yol masraflarını gönderirim, sınıra giderim gönderim sana” diyen Cemal, 28 Aralık’ta sınıra gitti ve katledildi.

ERDOĞAN ALTAN / MEHMET ZEKİ ÇİÇEK/DİHA/ŞIRNEX

İlginizi çekebilir...

PSAKD-DANISMA-KURULU-

PSAKD yöneticileri: Gençlerimiz ışık saçıyor-VİDEO

PİRHA- PSAKD şube yöneticileri, Antalya’da gerçekleştirilen iki günlük danışma kurulu toplantısını değerlendirdi. Uzun aradan sonra …