Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi

Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi
Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

Hıristiyan sermayesine yönelik yağmacı zihniyet üretim bilgisinden yoksun bir iktisadi yaşam ortaya çıkardı.

Gazeteci ve iktisatçı Nevzat Onaran’ın ‘Emvâl-i Metrûke’nin Tasfiyesi-I, Osmanlı’da Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1914-1919)’ ve ‘Emvâl-i Metrûke’nin Tasfiyesi-II, Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi (1920-1930)’ başlıklı iki ciltlik kitabı Evrensel Basım Yayım’dan çıktı. Kitapta, İttihat ve Terakki hükümetleri döneminde, Birinci Dünya Savaşı’nda başlayan, tasfiye temelinde inşa edilen ekonomi politikalarının 1915’ten günümüze nasıl işlediği ayrıntılı biçimde inceleniyor. Çalışmanın bütününde, Cumhuriyet’in ulus-devlet inşasının, İttihat ve Terakki’nin temellendirdiği ekonomi politika üzerine bina edildiğine ve bu anlamda bir organik devamlılığın söz konusu olduğuna dikkat çekiliyor.
Kitabı için Başbakanlık Osmanlı ve Cumhuriyet arşivleriyle, Cumhuriyet ile Agos gazeteleri arşivinde çalışan Onaran, ekonomi politiğin birinci elden resmi kaynağı kanun ve yönetmeliklerin yanı sıra, bunlarla ilgili Meclis’te yapılan görüşmeleri de incelemiş. Okuyucuya doğrudan bilgi aktarmak amacıyla, değerlendirilmesi yapılan kanun ve talimatnamelerden bir kısmı ‘Belgeler’ ve bunlarla ilgili olarak Osmanlı Meclisi’nde ve TBMM’de yapılan görüşme ve tartışmalar da ‘Ekler’ olarak kitapta yer alıyor.
İki ciltlik çalışmasını “Türkiye Türklerindir’in ekonomi politiğini inceledim” sözleriyle tanımlayan Nevzat Onaran ile kitabından yola çıkarak ‘milli sermaye’nin yüz yıllık tarihini konuştuk.

Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi
Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi
[pullquote]Bu kitabın serüveniyle başlayalım. Bu kitap nasıl ortaya çıktı?
Malatya, Hasançelebi’de doğdum, büyüdüm. Evliya Çelebi’nin Malatya civarında konakladığı, yerlerden biridir[/pullquote] Hasançelebi. Türkmen-Alevi yerleşim yeridir. Önce Hasançelebi’deki yaşlılarla sözlü tarih çalışması yapmaya başladım. O çalışmada Hasançelebi’de eskiden ‘Ohannesler’ diye bilinen Ermeni bir aile yaşadığını öğrendim. Kitabın birinci cildinde de onlardan söz ettim. O ailenin varlığını öğrendikten araştırmalarımı derinleştirdim. Araştırırken Hrant Dink ile yazışmaya başladık. Agos’ta konuyla ilgili bazı yazılar yazmaya başladım. Marmara Üniversitesi’nden bir tarihçiden 1920-28 arasındaki TBMM zabıtlarını almıştım. Bunu karıştırırken bir kanun dikkatimi çekti. Kanun, Ermenilerden kalan malların, yurtdışında öldürülen İttihaçılara, yurtiçinde idam edilenlere ve diğer bürokratlara verilmesini düzenleyen bir kanundu. Bu yazı Agos’ta çıktıktan sonra kamuoyunda da çok etkili oldu. Konuyu araştırmaya devam ettim. Sonunda ‘Emvali Metruke Olayı’ adlı kitabım 2010’da Belge Yayınları’ndan çıktı. Bu son çıkan kitabım ise dört yıllık bir çalışmanın ürünü. Sonuç olarak 2003’ten beri bu konuyu çalışıyorum.
Kitabın temel tezi nedir?
Kitapta, Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğini analiz etmeye çalıştım. Türk burjuvazisinin sermaye birikiminin Hıristiyan nüfusun sistematik şekilde tasfiye edilmesiyle ilişkilerini ortaya çıkartmaya çalıştım. Tarih bilimi bize, burjuvazinin sermaye birikiminin kaynağının bir önceki egemen üretim biçiminin egemenleri olan feodal ağalar ve senyörlerden yapılan sermaye transferi olduğunu öğretir. Üstünde yaşadığımız topraklarda ise Türk burjuvazisi sermayedarların ırki temelde ötekinin sermayesine el koyması şeklinde oldu.
Birinci kitabın 252-253 sayfasında Akbank’ın çıkardığı Washinton kaynaklı bir kaynakta, Osmanlı’da sermayenin ve emeğin etnik dağılımı hakkında şu bilgiler veriliyor: 1914’te sermaye yapısında Müslümanların payı yüzde 15, Rum Ortodoksların payı yüzde 50, Ermenilerin payı ise yüzde 20, Yahudilerin payı yüzde 5, yabancı ülke vatandaşlarının payı ise yüzde 10’dur. Emek dağılımında ise Rum Ortodoksların payı yüzde 60, Ermenilerin payı yüzde 15, Yahudilerin payı 10, Müslümanların payı yüzde 15, yabancıların ise sıfırdır.
1915’ten sonra ise Ermenilerin sermayedeki payı neredeyse sıfıra indi. Bu tasfiye süreci Rumlar için mübadeleyle de devam etti. İstanbul mübadelenin dışında bırakılmış da olsa 1920-23 arasında pasaport alıp yurtdışında çıkanların malı mülkü de Müslüman sermayedarlara devredildi. 1914’te sermayedeki payları yüzde 15 olan müslüman Türklerin 1930’larda sermayeden aldıkları pay yüzde 90’lara çıktı. Bu tablo bize Türk burjuvasinin sermaye birikiminin kaynağının kendisinden önceki hakim sınıfın sermayesi değil, kendi ötekisi olan Hıristiyan sermayesi olduğunu gösteriyor. 1930’larda sanayi sermayesinde yüzde 90 paya ulaşan Müslüman Türk sermayesi, bugünkü sanayileşememe sorununun da nedenidir. Bu yağmacı zihniyet nedeniyle günümüzde üretim bilgisinden yoksun bir iktisadi yaşam söz konusudur bu ülkede. Eğer sermaye birikimi daha önceki üretim biçiminin egemenlerinden gelseydi Türkiye ekonomisi ve sanayisi bugün çok farklı bir noktada olurdu. Türkiye’nin sanayileşmesiyle ilgili analizler yapılırken bu hep atlanıyor.
Türkiye’deki iktisat tarihçileri bu konuya neden yeterince ilgi göstermiyorlar?
[pullquote]Bugüne kadar bu konuda Türkiye’de bir kütüphane dolusu çalışma yapılması lazımdı. Maalesef iktisatçılar ve iktisat tarihçileri çoğunlukla müesses nizamın terbiyeli çocukları olarak çalıştılar. İnsan korkabilir, çekinebilir ama ben şunu anlamıyorum: Yazarsınız ve bir kenara koyarsınız. Sizden sonrakiler yayımlarlar. Bunu bile yapmamışlar.[/pullquote] Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinden söz ediyorsunuz, peki Kürtler bunun neresinde?
Kürtler, 1890’lardaki Hamidiye Alayları döneminden bu yana din fonkisyonuyla yedek güç olarak değerlendirildiler. Kürt hakim sınıfları Yavuz-Şah İsmail döneminden bu yana Osmanlı’daki müesses nizamdan yana oldular. Ermenilerin yoğun yaşadığı bölgede Kürt nüfusun da yoğun olduğu gözönüne alındığında, Kürtlerin bu mülkiyet transferinden geniş ölçüde faydalandığı açıktır. Ancak bununla ilgili kayıt sistemi bugüne kadar ortaya çıkartılamadı. Mülkiyet el değiştirmesi söz konusu olduğunda bu yağmaya katılanlar, gücü oranında bundan nemalanırlar. En güçlüler en büyük payı alırken, daha az güçlü olanlar da güçleri oranında nemalanıyor. Kürtlerde de olan budur. Yani sadece Kürt ağaların bu yağmadan faydalandığını söylemek doğru değil.
Sermayenin el değiştirmesinde Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan 1924 Mübadelesi’nin işlevi nedir?
Rumların Ege kıyılarından sürgünü 1914’te başlıyor. Karadeniz’de de Rumların tasfiyesi Mübadele’den çok önce başlıyor. 1920’de merkez ordusu kurulunca Karadeniz’e çıkıyor ve Rumların tasfiyesi tamamlanıyor. İlk TBMM’nin Canik yani Samsun Mebusu Emin Bey diyor ki, “93 bin Rum vardı. Yarısını sürdük yarısı da dağa kaçtı.” Mübadele başladığında Karadeniz’deki Rumlar neredeyse tasfiye olmuşlardı. Yunanlılar İzmir’den çıkarken de Ege büyük ölçüde boşalıyor. Mübadele o güne kadar Türkleştirilen Rum mallarını düşünmeye fırsat vermeyen bir imkân olmuştur. Yunan devleti Batı Trakya’yı Yunanlaştırmak istiyordu ve elinde yeterince nüfus yoktu. Bu tarafta ise Mübadele 1923’e kadar Türkleştirilen mülkiyetin üstünü örtmüştür. Karadeniz Rumlarının tasfiyesinin üstünü de yine Mübadele örtmüştür.
Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılına doğru bu tartışmalar ne yöne evrilir?
Türkiye’nin demokratikleşmesi için bu meseleyle sahici bir yüzleşme gerekiyor. Önyargısız bakmaya çalışmak lazım. 1927’de “ana dilim Rumca” diyen insan sayısı 120 bin. Bugün ise 2 bin Rum yaşıyor bu ülkede. Bu bile tek başına yaşanan zulmün, tasfiyenin en çarpıcı göstergelerinden biridir. Kürt sorununun çözümü yönünde atılan adımlar kalıcı olursa, belli bir mesafe alınabilirse, bu konuda da yol alınabileceğini düşünüyorum.

Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi
Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi

Meclis’te ‘ince ayar’
İttihatçı yağmalamanın Tasfiye Kanunu, 8 Ocak 1920 tarihli kararnameyle yürürlükten kaldırıldıysa da, Büyük Millet Meclisi’nin 15 Nisan 1923 tarih ve 333 no’lu kanunuyla yeniden yürürlüğe konmuş ve 8 Kasım 1988’e kadar uygulanmıştır. Cumhuriyet ilanı öncesinde yapılan bu kanuni düzenlemeyle, başında sahibi bulunmayan her mal ve mülk ‘metrûk’ ilan edilmiş ve Hazine tarafından el konmuştur. Emvâlin 1915’deki kıymetine göre satılacak olması da yağmayı daha iyi anlaşır kılmaktadır. Bu anlamda, ‘öteki’nin mülkünün tasfiyesinde İttihatçılar’dan Cumhuriyet’e bir organik devamlılık vardır. (2. Cilt, sf. 155-162, 362-372.)
Rum mallarının akıbeti
Tasfiye Kanunu ile sürülen her bir insanın malı ve mülkü fiilen Hazine adına gasp edildi. Ermeniler’den sonra kitlesel sürgün kurbanı Rumlar’dır… Rumlar, 1914 baharında Ege ve Marmara kıyısında harice kaçmak zorunda bırakılırken, harp döneminde özellikle Karadeniz’den Anadolu içine sürüldü. Hatta 1914 yazında Mebusan’da Rum sürgünü tartışılması sırasında Dâhiliye Vekili Talât, Müslüman muhacirlerin çöle sürülemeyeceğini söylemesinden bir yıl sonra “Ermenileri Suriye çölüne sürün” emrini vermiştir. (1. cilt, 191-195, 222-234.)
Tasfiye Kanunu ile gasp edilen Rum malları için sürülmelerinden iki yıl sonra yürürlüğe konulan 21 Şubat 1916’da talimatnameyle, yağmaya devam edildi. 20 Mart 1918 tarihli tarifnameyle de, Rum mallarından elden çıkarılan ve kalanın tespitine çalışıldı. (1. cilt, sf. 310-329.)
1923’deki Türkiye-Yunanistan mübadele antlaşması, aslında hem yağmanın hem de 1914’ten itibaren genelinde Rumlar’ın ve özelinde 1920-1921’de Pontosluların neler yaşadığının anlaşılmasını ve tartışılmasını engellemiştir. (2. cilt, sf. 60-90, 256-265.)
42 komisyonla yağma
İttihatçı hükümet, milyonlarca Ermeni ile Rum’u ve diğer milliyetten insanları sürdüğü için, geride kalan sürgün mülklerinin yani emvâl-i metrûkenin dağıtılması ve satılması için özel devlet teşkilatını oluşturdu.
Bizzat emvâl-i metrûkeyi tasfiye etmekle görevlendirilen Tasfiye Komisyonu, Anadolu’nun her köşesinde işbaşı yaptı. Edirne’den Adana’ya, Erzurum’dan İzmid’e, Haleb’den Trabzon’a Karesi’ye 42 Tasfiye Komisyonu faaliyet gösterdi. Bunlar kadar yetkilendirilmeyen 33 Emvâl-i Metrûke Komisyonu da görevlendirildi. (1. cilt, sf. 329-353.)
Cumhuriyet yıllarında da emvâl-i metrûkenin tasfiyesi için Tasfiye Komisyonu kuruldu, ama bunlardan bilinenin sadece İzmir Tasfiye Komisyonu olması, resmi perdelemenin bir faaliyetinden (2. cilt, sf. 164-180.), öte bir anlamı yoktur.
Adalet Bakanlığı açıklasın
Emvâl-i metrûkenin tasfiyesi için oluşturulan Tasfiye Komisyonu tüm işlemlerini kayıt altına almakla görevlendirilmiştir. Belirlenen hesap türlerine göre esas ve cari defterler, sürülen hakkında doğrudan bilgilenme kaydıdır. Bugüne kadar sürgün defterlerinin bir sayfası dahi ortaya çıkartılmadı. (1. cilt, sf. 344-347.)
[pullquote]Adalet Bakanlığı Uluslararası ve Dış İlişkiler Genel Müdürü Hâkim Abdülkadir Kaya’nın 25.6.2003’te Hafik Sulh Hukuk Mahkemesi’ne ve 18.8.2004’te Hafik Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği yazı ortaya koydu ki, kayıtlara ait defterin adresi Adalet Bakanlığı’dır. Bakanlık, bilgisini verdiği Sürgün Defterleri’ni açıklamalıdır. (1. cilt, sf. 347-353.)[/pullquote] ‘Sürülenin parası’ bütçeye
Emvâl-i metrûkenin dağıtılması ve satılması ardından yeni sahipler adına tapulandırmanın yapıldığı sıra, gündemdeki bir diğer konu da malın sahibi adına biriken paraya el konmasıdır.
1929 krizinin yoğunlaştığı bu dönemde, Maliye’de ‘emvâl-i metrûkenin sahibi’ adına ‘emanet’te toplanan paranın, 24 Mayıs 1928 tarih 1349 no’lu kanunla bütçeye aktarılmasına karar verildi. 1928 yılı bütçesine emanetten aktarılan 300 bin liradır. Benzer uygulama 1916’da bir emirle yapılmıştır. 1928-2011 dönemi sadece bütçe artışı dikkate alındığında bile o günün 300 bin lirası, 2011’in 405 milyon lirasıdır. Emanet hesabındaki para 2004 yılında Meclis’te tartışma konusu olacaktır. 1928 sonrası dikkate alındığında emanetten bütçeye milyonlarca lira aktarıldığı anlaşılmaktadır. (2. cilt, sf. 417-425, 551-560 ve 1. cilt, 366-367.)
Ermenilerin ve Rumların devletten alacakları

Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi
Türkiye’nin gayriresmi iktisat tarihi

Mal ve mülkün gaspı dışında, mazbataların ödenmemesi nedeniyle de devlet vatandaşına borçludur. Türk Kurtuluş Savaşı sırasında 5 Ağustos 1921’de TBMM Reisi ve Başkumandan Mustafa Kemal’in emriyle alınan harp vergisine karşılık verilen mazbataların ödenmesi de, 3 Nisan 1924 tarihli 459 no’lu Mahsubi Umumi Kanunla yapıldı. Cumhuriyet vatandaşı Rum ve Ermenilerin ödemede istisna tutulmasını, Encümen Reisi Hasan Fehmi (eski Maliye Vekili, Gümüşane mebusu) TBMM Gizli Celse’de şöyle açıkladı:
“Maddeden maksat tehcir ve tegayyüp (sürgün edilen ve kaybolan) Rumların ve Ermenilerin Tekalifi Milliye ve harbiye (milli ve harp vergisi) mazbatalarını mahsup etmemektir (ödememektir)… Rumları ve Ermeniler’i bu Tekalifi Milliye mazbatalarının bedellerinden müstefit etmemek (faydalanmaması) için bir çare düşünüldü. Fakat bunu açık olarak Rum ve Ermeni diyemezdik. Muhtelif şekiller ve formüller yazıldı… Nihayet en az mahzurlu veyahut mahzursuz bu şekli bulduk…”
Soykırımda Bitlis ve Haleb Valisi Mustafa Abdülhalik 1924’ün Maliye Vekili olarak, “Bize mensup olmayanlara mümkün olduğu kadar müşkilat göstereceğiz” ifadesiyle noktayı koydu. (2. cilt, sf. 182-196.)

İlginizi çekebilir...

PSAKD-DANISMA-KURULU-

PSAKD yöneticileri: Gençlerimiz ışık saçıyor-VİDEO

PİRHA- PSAKD şube yöneticileri, Antalya’da gerçekleştirilen iki günlük danışma kurulu toplantısını değerlendirdi. Uzun aradan sonra …