GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ALEVİLER HEP KORKUYLA YAŞAMIŞTIR.

Alevi Raporu Yayınlandı : Ayrımcı uygulamalar sürüyor

Tarihin her döneminde egemenler Alevileri yok saymış ve dönem dönem katliam, kırım ve sürgünlere tabi tutmuşlardır. Cumhuriyet öncesi Osmalıda ve Cumhuriyetin kurulmasıyla da Alevilerin “kaderi” değişmemiştir. Çünkü, Cumhuriyetin kuruluş felsefesi Sunni İslam dışında başka bir inanç biçimine kapalıdır. Diyanet onun için kurulur. Farklı inançları dönüştürmek ve İslamın içinde eritip yok etmek için.
Bu yüzden diyanet Cumhuriyetin en gözde kurumudur demek abartı olmaz.
1924 yılında 442 sayılı bir Köy Kanunu kabul edilir ve köylerde, cami veya mescid yapmak zorunlu kılınır. 1925 yılında Alevi- Bektaşi tekkeleri ve türbeleri kapatılır, yasaklanır. Amaçlanan etnik ve inançsal farklılıkları yok etmek dili Türkçe inancı Sunni İslam olan bir ulus bir devlet inşa etmekti.
“M. Kemal, yeni oluşturulan Diyanet İşleri Teşkilatı’na verdiği ilk görevde; yeni bir Kuran tefsiri yapılmasını istiyor ve bu tefsirin ilkelerini de kendisi belirliyordu” Burda da anlaşılıyorki, diyanetin M. Kemal açısında oldukça stratejik bir önemi var. M. Kemal Toplumda, İslamci, geri ve dini duyguları egemen kılmak, ırkçı ve milliyetçi bir ulus yaratmak için buna ihtiyaç duyuyordu. Bugün hala bu ülkede Sunni İslam dışındaki inançlar ve etnik kimlikler kırım katliam yaşıyorlarsa yaklaşık bundan yüz yıl önce M. Kemalin ortaya koyduğu anlayışın, milliyetçi ideolojinin bir sonucudur.
Bu konuda Memet Bayrak “Etno-Dinsel Arındırma, Tek Tipleştirme, Türk-İslamlaştırma Politikası Ve Dêrsim Katliamı başlıklı bir yazısında şöyle diyor: “Yeni tefsir ehl-i sünnet itikadına ve Hanefi mezhebinin görüşlerine göre hazırlanacaktı. M. Kemal, başta Alevilik olmak üzere ehl-i sünnet (Sünnilik) dışındaki görüşlere ve Hanefilik dışındaki diğer Sünni mezheplerin görüşlerine tefsirde yer verilmesini istemiyordu. Diğer bir isteği de, ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan âyetlerin de Türk-İslâm Geleneği göz önünde bulundurularak yorumlanmasını arzu ediyordu”. Ayrıca aynı makalede M. Bayrak Kemalizmin yayın organı Cumhuriyet gazetesinin eki olna ve 1927 yılında yayımlanan “Haftada Bir Gün adlı haftalık ekinde, kimi yazarlar gerçek veya takma isimlerle „Dersim Kızılbaşları üzerine yazı dizileri yayımlıyor ve Alevilik gibi İslam dışı din ve inançları alabildiğine aşağılayan görüşlere yer veriliyordu” diyor.
Burda da anlaşılacağı gibi Cumhuriyet dönek ve düşkün sözde dedelerin dediği gibi Alevileri sahiplenen değil, tam tersi onları inançlarından vaz geçirerek Sunni İslamın içinde yok etmeyi amaçlamıştır. M. Kemalin en büyük hayallerinden birininde bu olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Cumhuriyetin 98 yıllık tarihinde nerdeyse her on yılında bir Alevi katliamı yaşanmıştır. Bugün hala Aleviler Alevi kalmak istedikleri için egemen Sunni İslam inancı tarafında hep aşağılanmış ve katli vacip olarak lanse edilmişlerdir. Cumhuriyet kurucularının bu yaşananlarda payı büyüktür. Osmanlıda olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de devletin Alevilere yaklaşımındaki esas amacı Alevi-Bektaşi öğretisini yok etmek olmuştur.
Bu coğrafyanın en kadim inancı olan toplumcu ve insanı esas alan, düşmanlaştırmayı değil kardeşliği, dayanışmayı ön planda tutan Alevi felsefesiyle İslamın çağdışı, gerici, kadını değersizleştiren ve onu bir meta gören ve pazarlarda açık artırmayla satan, insanların kellesini- kafasını keserek kendisini var etmeye çalışan bu Ortaçağ anlayışının Aleviliğe tahammülü tabii ki olmaz. Günümüzde olmaması gereken, insani değerlerden zere kadar nasiplenmemiş bu Ortaçağ gericiliğinin günümüzde var olması insanlık açısında büyük bir şanssızlık olasa gerek.
Yıllardır Hacı Bektaş Veli Dergâhı bu nedenle baskı ve zulüm kuşatması altındadır. Hacı Bektaş Veli Dergâhı, Aleviler için sosyal ve kültü faaliyetlerin geliştirilmesi yanında, Alevi öğretisi içinde bir eğitim merkezi niteliği taşımaktadır. Asırlardır insanlığın özgürleşme ve Çağdaş gelişmelere ayak uydurması, dogmatik yaklaşımdan uzak ve hurafelerin peşinde koşmayan, insanın günlük yaşamında bilim ve aklın ön plana çıkarıldığı bir mekan olması gerekirken, devlet Hacı Bektaş Veli dergahın içine cami yaptırarak tekçi, gerici ve asimilasyoncu bir mantıkla Alevileri egemen Sunni inancın içinde yok etmenin planları peşinde koşmuştur. Bugün devlet farklı bir taktik izleyerek, diyanettin hizmetinde olan çatma dedeler üzerinde, yıkıcı ve yok sayıcı politikalarını hayata geçirerek Avusturyada olduğu gibi Avrupadaki Alevilerin örgütlenmesini zaafa uğratma peşinde. Bu konuda özellikle Alevi kurum yöneticilerine çok iş düşüyor. Duygusallık, akrabalık ve hemşerilik ayaklarından uzak, her türlü ihanete ve yıkıcı anlayışlara karşı durmaktır. Alevileri gerçek felsefesinde koparmak isteyen her kim olursa olsun on karşı tavır geliştirmek esas olmalı. Alevi kurumlarında yönetici konumda olanların omuzlarında bu konuda önemli sorumluluklar olduğunu düşünüyorum. Devletin, geçmişte olduğu gibi bugünde Alevi yıkıcılığı yaptığını ve bunuda, çatma dede bozuntuları üzerinde yaptığını biliyoruz.
Osmanlı’nın din ağırlıklı eğitim politikalarına karşı HBV Dergâhı aydınlanmayı, bilimi ve sosyalleşmeyi ön plana çıkaran ve Aleviler için kutsallık atfedilin bir mekandı olduğu için hedef alındı. Bugün hala saldırıların hedefi durumunda.
II Mahmut 1826’da HBV Dergâhını işgal edip yüzlerce Bektaşi öldürüp ve geriye kalanları Sürgün ederek Alevi-Bektaşi inancına yok etmek istemiştir. Ve HBV dergâhını işgal edip Nakşibendi medresesine dönüştürmüştür. Bugün HBV dergahını bir Nakşibendi dergahı gibi gösterme uğraşı içinde olanları da biliyoruz. Bunlar Cem tv denen bir kanalda her gün boy göstermekteler.
Umarım Alevi dernek ve kurumlarının başında olanlar, devletin bu yıkıcı faliyetlerini görmezden gelerek bireysel egoları peşinde koşmazlar.
Aleviler, kendilerini bir başkasının arka bahçesi olarak değil, kendi çıkarları doğrultusunda dayanışma içinde olabilecek güçleri ve müttefiklerini çok iyi tespit ederek onlarla ortak çıkarlar doğrultusunda hareket etmek zorundalar. Aksi takdirde yarın kendilerine dönüldüğü zaman iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Ne tutulacak bir el, nede sığınılacak bir yer bulunamıyabilir. Alevi tarihi bu tür olaylarla (kırım ve katliamlarla) doludur. Eğer bir daha böyle kırım ve katliamlarla karşılaşmak istenmiyorsa Aleviler, geleceğini sağlam temeller üzerine oturtmak ve doğru bir temelde örgütlenmek zorundalar.
Bugün bir takım yetersizlikleride olsa, Alevi örgütlülüğü önemli bir aşama kaydetmiştir. Bunu dahada ileri taşımak hem gerekli hemde zorunludur. Asırlardır hep kırım ve katliamlar geçirmiş bir inanç için örgütlülük olmazsa olmazı olmalıdır.
Alevileri kendi içinde bölmek, parçalamak ve birbiriyle uğraştırmak, devletin en çok istediği şeydir. Bu tür saldırı ve yıkım faliyetleri karşısında, Alevi örgütlerinin birtakım eksikleri, zaafları olduğu bir gerçek. Ama bu durum, Alevilerin geçmişte karşılaştıkları saldırılar karşısında ki gibi, bugün pasif ve edilgen bir tutum sergileyecekleri anlamına gelmez. Alevilerin birincil sorunu kendi örgütlülüğünü sağlama almak ve korumak olmalıdır. Bugün Avusturyada olduğu gibi, Alevilerin kendi içinde bir takım sunni sorunlarla uğraştırmayı, boğuşturmayı, İslamın içi dışı ve Şia ile ilişkilendirerek, daha kolay sunnileştirme stratejisi güdülerek kendi gerçekliğinden uzaklaştırmaya, zayıf düşürmeye çalışanlara karşı uyanık olmak zorundalar. Alevi gençlerini bu temelde eğitilip örgütlemek kurumların esas görevi olmalı.
Aleviliği kendi içinde bölüp parçalamak çeşitli tarikat şeyhlerinin propagandasını ön plana çıkararak, Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi II Mahmut döneminde nasıl ki Nakşibendiliğin Aleviliğin üzerinde hakim kılma uğraşı içine girildiyse, bugün aynı oyunlarla Aleviliği kendi mecrasında çıkarmaya çalışan birtakım unsurlar renk vermeden çalışmalarına başlamış durumdalar.
Alevilerin bu konuda uyanık olmaları kaçınılmazdır. Duygusallık Alevileri ileri değil geriye götürür. Alevi inancı kendi içindeki kurtlardan kendisini kurtarması gerekir. İnanç gövdesini sarmaya çalışan bu kurt misali düşkünler, inancı zayıf düşürdüklerinde geç kalmışlığın ızdırabı içinde kıvrılmanın bir çare olmadığını anlamış olsakta bir getirisi olmıyacaktır.
Alevilik kendine özgü bağımsız, insan hak ve özgürlükleri esas alan Mazlum’dan yana zalime karşı duran yeryüzünün en gerçekçi inanç biçimidir. Bu inancı kimsenin kirletmesine müsaade etmemeliyiz. İster sağdan, ister soldan nereden gelirse gelsin Alevilik kendi örgütünü yaratmalı ve kendi inancı doğrultusunda sisteme karşı örgütlenmesi gerekiyorsa kendi örgütlüğünü kendisi yaratmalı.
1934 yılında- HBV dergahı içine cami yapanlar Alevi karşıtlıklarını tescillemişlerdir. Cumhuriyet, diyanet eliyle Sünni bir Hacı Bektaşi Veli figürü ve dergâhı medreseye dönüştürme çabası içinde olmuştur olmaya devam ediyor. Bu zihniyet bugün hala kendisini dayatmaktadır.
Hacı Bektaşi Veli’nin insan merkeze koyan felsefi, düşüncesi, devletin ve Sünni İslam’ın dar, gerici ve çağdışı anlayışı içinde hapsedilerek, Türk İslam Sentezi içinde eriterek yok etmek ve dönüştürülmek isteniyor. Alevi inancını, kendi gerici, çağdışı inancı içinde yok etmek için her tür entrika ve oyunlara geçmişte olduğu gibi bugünde devam etmekteler. Hemde devşirme, çatma bir takım dedeler üzerinde bunu yapmaktalar. Yani Alevilerin içindeki hızır paşalar üzerinde amaçlarına ulaşmaya çalışmak istiyorlar.
Dünyanın hiçbir yerinde insanlar kendi ibadet yerlerinde ibadet etmeleri için devletten izin aldıkları ya da izin almaları gerektiği biçiminde bir durumla karşılanmamıştır. Ama bu ülkede -Türkiye’de- Alevilerin HBV Dergâhında ibadet etmek istemeleri izne tabi tutulmuştur. Alevilik bu ülkede tüm kurum ve kuruluşlarıyla işgal altındadır.
II Mahmudun 1826’da başlattığı işgal bugün hala yürürlükte demeki!.
Alevilerin kendi ibadethanelerinde ibadet etmelerinin izine tabi tutmak bir hak ihlalidir. Anlaşılıyor ki Alevilik bu ülkede halen yasaklı ve istenmeyen bir inanç. O çatma ve diyanetten icazetili dedelere ve bu konuda onlara önderlik yapan İzzettin Doğan efendinin Alevi asimilasyonuna yaptıkları katkı bu olsa gerek. Aleviliği sunni İslamın içinde eritip yok etmek.
Bu ülkede insani tüm değerler: vicdan, ahlak, adalet ve hukuk yerlerde sürünüyor. Bu konuda mevcut iktidardan bir beklentim yok şahsen. Ama toplumsal bir baş kaldırıyla bu tür yozlaşmalara son verilmesi beklentim hep var olmuştur.
10-Kasım-2021 Resul Erenler

İlginizi çekebilir...

PSAKD-DANISMA-KURULU-

PSAKD yöneticileri: Gençlerimiz ışık saçıyor-VİDEO

PİRHA- PSAKD şube yöneticileri, Antalya’da gerçekleştirilen iki günlük danışma kurulu toplantısını değerlendirdi. Uzun aradan sonra …