İçtoroslar ‘Oda Kültürü’nde Gizli ozanlar

Oda Kültürü dediğimiz olgu; tarihsel geçmiş, göç ilişkileri ve inanç kültürüyle bağlantılı olarak bölgeden bölgeye, kimi zaman yöreden yöreye değişiklik gösterebiliyor.

İçtoroslar ‘Oda Kültürü’nde Gizli ozanlar
İçtoroslar ‘Oda Kültürü’nde Gizli ozanlar

Hele, egemen dinlerin klasik yasak ve tabularından uzak olarak, şiir ve müzikle konuşup, şiir ve müzikle söyleşmeyi adeta bir gelenek haline getiren Alevi toplumunda nice söz ustaları ve gizli ozanlar ortaya çıkıyor.

Urfa’daki (Riha) Göbeklitepe gibi geçmişi 12 bin 500 yıla dayanan ve dünyanın bugüne kadar belirlenebilen en eski yerleşkesine sahip Mezopotamya, aynı zamanda birçok uygarlığa ve kültüre evsahipliği yapmış bir coğrafyanın adı. Yalnız bu uygarlık ve kültürlerin değil, bugün dünyaya yayılmış bulunan doğal, doğal-felsefi, çoktanrılı veya tektanrılı semavi dinlerin çok büyük bölümüne evsahipliği yapmış bir coğrafyadan söz ediyoruz. Keza, gerek felsefi gerekse semavi dinlerin kutsal metinlerinin de büyük bölümü bu coğrafyadaki alfabe ve dillerle üretilmiş.

Tarihte “El- Cezire” olarak adlandırılan Mardin bölgesi, bu renkli yapılanmanın tipik örneklerinden biri. Bugün bilinen baskı ve yasaklarla bu renklerin büyük bölümü solmuş olsa da, sözgelimi bölgede hala bir “Oda Kültürü”nden söz edilebiliyor (Bkz. Yusuf Baği: Mardin’de Oda Kültürü, Peri Yay. İst. 2007).

Kuşkusuz Oda Kültürü dediğimiz olgu; tarihsel geçmiş, göç ilişkileri ve inanç kültürüyle bağlantılı olarak bölgeden bölgeye, kimi zaman yöreden yöreye değişiklik gösterebiliyor. Hele, egemen dinlerin klasik yasak ve tabularından uzak olarak, şiir ve müzikle konuşup, şiir ve müzikle söyleşmeyi adeta bir gelenek haline getiren Alevi toplumunda nice söz ustaları ve gizli ozanlar ortaya çıkıyor ki, biz bugün bunların büyük bölümünün ismini bile bilmiyoruz.

Alevi toplumunun genelinde sazlı ve sözlü buluşmalar bulunmakla birlikte, özellikle İçtoroslar’daki Hakikatçı Alevi muhabbetlerinde bunun daha yaygın ve derinlikli yaşandığını söyleyebiliriz. Bu Alevilik akımının söz ve şiir ustalarından olup, yaklaşık 10 mahlasla şiirler yazan Ali Haki, bu şiirsel ve sözel muhabbeti “Münhasıran Alevi ve Bektaşi şuarasınca muharrer ve Alevi cemaati tarafından okunması mukarrer bulunan eş’arın ibadet niyetiyle saz eşliğinde terennüm edilmesi” yani bugünkü Türkçeyle “Salt Alevi ve Bektaşi şairlerince yazılmış olup, Alevi toplumu tarafından topluluklara okunması kabule değer görülen nefes ve beyitlerin ibadet amacıyla saz eşliğinde söylenmesi” olarak tanımlamaktadır. (Bkz. S. Özcan: Alevilik ve Hakikatliler, Ank. 2009, s. 33).

Kuşkusuz aynı zamanda bir “irfan okulu” niteliği taşıyan bu tür muhabbet cemleri, toplum üzerinde hem eğitici hem de özendirici bir etki yapmaktaydı. Bugün isimleri toplum içinde bir efsane gibi dolaşan Ali Qamke, Elif Ana, Hacê Ana, Hemi Tazı, Günahkar İsmail gibi şahsiyetler bu kültürde kalıcı bir iz bırakmışlardır. Nitekim, erkeklerin yanı sıra kadınların da şiir söylemeye yönelmesinin böylesi bir ortamla ilişkili olduğu ise ortadadır.

İlk kez bir ağıtlama- şiirine tanık olduğum Afê Ana’dan başlayarak, muhabbet ortamlarının vazgeçilmezlerinden hemşehrimiz Kaşanlılı Kör Fatma, yöremiz hakikatçı dervişleriyle de dostluk ilişkisi kuran Çukurovalı Atiye Emre Can, ömrünün önemli bir bölümünü Hacı Bektaş Dergahı’na hizmetle geçiren Kayseri/ Talaslı Sadıka Ana, Elbistan/ Beştepeli Hatun Ana ve Sarız Çağşak/ Kırkısraklı Zeliha Ana (Fedakar), bugün şiirsel ürünleri elimize ulaşabilen kadın ozanlardan bazılarıdır.

 

I- Ağıtçı ve Hakikatçı Ozan Afê Ana

Yaşar Kemal’in, dünyaca ünlü romanı İnce Memed’in proto-tipi, amcasının veya dayısının eşkıyalık arkadaşı olan İçtoroslar bölgesi erdemli eşkıyalarından Koçgirili Alo’nun yanı sıra, bu romanın diğer kahramanlarından Reşko’nun kızı olan Elif’in adına (Kürtçede Afê) ilk kez, “Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri” inceleme- antolojisini (Ank. 1985) hazırlarken rastladım. Yörede ismi efsane gibi dolaşan Reşko üstüne ağıtlar derlerken, kendisini kalleşlikle vuran Hulusi’yi de İstanbul’daki evinde ziyaret etmiştim. Hulusi (Altun), hem kızı Elif tarafından babası üstüne yakılan bir ağıtı vermiş, hem de kendisinin o dönem Kayseri İl Jandarma Alay Komutanlığının muhbiri olduğunu itiraf etmişti.

O tarihlerde, bu şiiri, ağıt yakma geleneğinin normal bir tezahürü olarak, bir kızın babasına yaktığı normal bir ağıt olarak almış ve ilgili bölümde yayımlamakla yetinmiştim. Yaşar Kemal’in de “Ağıtlar” kitabında vurguladığı gibi, zaten İçtoros Kızılbaş Kürt kadınlarında ağıt yakma geleneği oldukça yaygındı. Bu nedenle de izini sürme gereğini duymamıştım. Ta ki, Aşık Veysel üstüne, yöremiz halk ozanlarından Osman Dağlı (Aşık Maksudi) ile katıldığımız bir televizyon programına kadar.

Gece geç saatlerde evde misafir ettiğim Osman Dağlı, yeni çıkan şiir kitabıyla şiir kasetini vermiş ve içine şu şiirsel ithafı yazmıştı:

“Hayat bir kadeh zehir

Yudum yudum iç vücudu alıştır

Yoksa ya hayat sona erer

Ya kadeh dolu kalır”(21.3.2006)

Daha 1960’lı yıllarda Devrimci Halk Ozanları Kültür Derneği Başkanlığı yapmış bir yöre ozanı olarak, çalışmalarını  sürdürdüğüm İçtoroslar’da Alevi- Kürt Aşiretler kitabı için önerilerini almak istediğimde, hemen benden “Afê Ana”yı alıp- almadığını sormuştu. Böyle bir kadın ozanı tanımadığımı söylediğimde, Sarız yöresinden ünlü eşkıya “Bektaş Şirinoğlu’nun kızı” olduğunu söyledi. Babasını “Eşkıya Reşko” olarak söylese, hemen tanıyacağım.

Ancak o, babasının değil, yanlışlıkla dedesinin ismini vermişti. Dağlı, Afşin/ Kamalak’ta katıldığı hakikatçı meclislerinde, ondan etkilenmiş ve Aleviliği seçmişti. Bu nedenle Afê Ana’yı ikinci anası olarak niteliyor ve bunu şiirine de yansıtıyordu: “İki defa geldim ben bu dünyaya/ Bir anamdan doğdum bir de Elif’ten”. Bir de Afê Ana’nın, yeni çıkan kitabında yer verdiği bir şiirini göstermişti. Şiir şuydu:

 

Muhabbet ateşi düştü özüme

İrfanda arifi aydıran benim

Yalan girmez ikrarıma sözüme

Sevgiyi aşkıma uyduran benim

 

Kaptırdım gönlümü o güzel Şaha

Kovsa kapısından gitmem vallaha

Meydan-ı aşk içre benim Zeliha

Yusuf’u zindana koyduran benim

 

Derilmiş güzeller sohbet cancana

Seyrimde sakiler dem sundu bana

Orda ruhum teslim ettim canana

Ateşten gömleği giydiren benim

 

Afê Ana sırrın söyleme ya da

Vuslat durağında erdim murada

Bazen meyhanede bazen havrada

Dağlı’ya pösteki saydıran benim.

 

Gerçekten, müthiş bir şairle karşı karşıyaydım. Hemen telefona sarılıp, yakınlarımdan “Şirin Bektaşoğlu” adını sordum. Tabii anladım ki, yörede “Baktoşi Şirine” olarak bilinen bu şahıs, Reşko’nun babasıymış ve yıllar önce babası Reşko’ya ağıt yakan kızı da, bu Afê Ana’nın ta kendisiymiş!..

Yöremizin hakikatçı şairi Afê Ana’ya büyük bir gururla kitabımda ve kimi yazılarımda yer verince, birgün araştırmacı Meral Akkent’ten bir e-mail mesajı aldım. Daha önce, Anadolu kadınlarında baş-bağlama geleneği konusunda Almanca bir çalışmasını (Das Kopftuch) bildiğim Akkent, hazırlamakta olduğu bir belgesel için hem ilk Kürt kadın dengbêjin kim olduğunu hem de “Afê Ana’yı İçtoroslar yöresinden literatüre giren ilk Kızılbaş- Kürt kadın şair/ aşık olarak verip veremeyeceğini” soruyordu. Tabii ki, olumlu cevap verdim ancak çalışmanın sonucunu bilmiyorum.

 

II- Hakikat Meclisleri’nin müdavimi Kaşanlılı Kör Fatma

Kendim doğrudan görmesem bile, özel çekim bir kasetle Kaşanlılı Kör Fatma’nın, Hakikat Meclisleri’nin köyümüz Sarız/ Dallıkavak’taki başlıca mekanı olan dedem Haydar Bayrak’ın evinin konuğu olduğunu biliyorum. Afşin’in Kaşanlı köyünden gelen 1908 doğumlu, adından da anlaşılacağı gibi ama olan Kör Fatma’nın bize kaset yoluyla ulaşan şiiri şöyle:

Leyla’yım, Mecnun’um yoktur

Derdimden efkarım çoktur

Dil ile sofilik olmaz

Beni aşık eden Hak’tır

 

Şah-ı Merdan vursun nara

Kerem gibi yandım nara

Sığındım Gani Settar’a

Hızır kendi gelsin cara

 

Gah ağlarım gah gülerim

Ferhad gibi dağ delerim

Dostumun hatırasıyçın

Mecnun’um pınar beklerim

 

Gelin Fatma’nın dilinde

Feda olmuştur yolunda

Mevlam beni kul eylesin

Gül yüzlü yarin yanında.

 

III- Biberi Tarikatinin Kadın Lideri Atiye Emre Can

Ortaokula başladığım yıllarda, yanılmıyorsam 1962 yılında doğrudan tanıdığım Atiye Emre, köyümüzde hakikatçı akıma bağlı Hasan Bağdaş amca aracılığıyla, yöremizdeki hakikatçı dervişlerle görüşmek ve muhabbet etmek için, manevi oğulları olarak tanıttığı iki gençle birlikte gelmişti. Biberi Tarikati’nden olduklarını söylüyorlardı. Biberiye tarikatı, Tarsus’ta doğan Halil Develioğlu adında tasavvuf ehli bir zat tarafından kurulmuştu. Bu zat, Nakşibendi tarikatinin, Kürt Mevlana Halid’in kuramlaştırdığı Halidiye koluna mensup Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi’ye bağlanmıştı. Bu nedenle, Biberiye tarikati, Halidiye’nin büyük etkisi altındaydı. Adana yöresinde kurulan bu tarikata “Biberiye” denmesinin nedeni, bağlılarının acı biberle çile çıkarmalarından, biberli ve baharatlı yiyecekleri tercih etmelerinden kaynaklanıyordu.

Gerçekten de, en acısından biberlerini ve kimi yiyeceklerini yanlarında taşıyorlardı. Yöremiz hakikatçılarıyla uyumlu sohbetler yürütün 1910 doğumlu Atiye Emre Can’ın, 1970’li yıllarda müridleri tarafından öldürüldüğü haber alındı.

Uyumlu ve sevecen davranışlarından dolayı yörede saygınlık kazanan Atiye Can’ın, bu muhabbet ortamlarında kaydedilmiş bir şiirini birlikte izliyoruz:

 

Bin bir ismin biri Haydar

Okunur her yerde Kerrar

Sensin alemlere serdar

Lafetah’ım  Zülfikar’ım

Her yerde ismi Kerrarım

Bir ismine derler Ali

Bir ismine derler Veli

Elin Hakkın kudret eli

N a k a r a t

Bir ismine derler Hızır

Sensin her yerde hazır

Evliyaya oldun nazır

N a k a r a t

İncil senin, sen İsa’sın

Tevrat senin, sen Musa’sın

Kur’an da sen, hal- itasın

N a k a r a t

Mancınıkla göğe çıktın

Hayber Kalesi’ni yıktın

Döndün Muhammed’e baktın

N a k a r a t

Muhammed’le sen bir can

Sen “lahmeke lahme” olan

Fatıma’ya sensin canan

N a k a r a t

Atiye’m Ali’ye kuldur

Ali’yi sevenler nurdur

Yüzüm erenlere yoldur

N a k a r a t

 

IV- Hacı Bektaş Dergahı’nın Gönüllü Hizmetkarı

Kayseri- Talas’lı olup, kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1985 yılında 80’li yaşlarda hakka yürüdüğü bilinen Sadıka Ana, gençlik çağında Hacı Bektaş Dergahı’na kapılanarak, yedi yıl süreyle burada hizmet yürüttü. Bu ve başkaca dergah hizmetlerinde pişerek, yanmasını şöyle dile getiriyor:

 

Yüzüm süre süre geldim meydana

Erenler meydanı ulu’dur diye

Aradım eksiklik özümde buldum

Kusura kalmayan Ali’dir diye

 

Bir tür Oda ve Dergah Kültürü’nde yetişen, pişen kadın- şairin bir şiirini birlikte izleyelim:

 

Behey Derviş ne gezersin

Dervişlikte dem bulunur.

Bekle Pîr’in eşiğini

Derdine derman bulunur

 

Gel de bahr-ı ummana dal

Sever isen gel gevher al

Merd-i cenkdir meydana gel

Meydanda merdan bulunur

 

Eğer oldun ise hasta

Doğru geldin ise dosta

Bir derdine derman iste

Dostunda derman bulunur

 

Sadıka’yım em’dir özüm

Hakka turab ettim yüzüm

Pişir pişir söyle sözün

Arasında ham bulunur

(Kaynak- E. Kalkan: Çağlar Boyunca Kayseri Şairleri, Kayseri, 1988)

 

V- Hakikatçı dervişler ortamında Zeliha Ana (Fedakar)

Sarız’ın Çağşak köyünde 1942’de doğan Zeliha (Altun), komşu Kırkısrak köyünde Hakikatçı bir ortama gelin gider. Burada, Çelebi soyadını alan Zeliha Ana, hakikatçı dervişlerin ve aşıkların bol olduğu bir ortamda yaşar. İçinde bulunduğu bu Oda Kültürü, onu da etkileyerek şiir yazmaya yöneltir. “Fedakar” mahlasıyla yazan Zeliha Ana, başta Afê Ana olmak üzere birçok söz ustası hakikatçı kadınla ve yine başta Pazarcıklı Ali (Sayılır), Ali Kale (Büyük Ali Armağan), Qino, Afê Ana’nın eşi Kubcux Mamo (Firkati), Hıdır Gürel (İbreti), İbki Kurça (Erdem Baba) olmak üzere  çok sayıda saz ve şiir ustasının gerçekleştirdiği muhabbetlerden etkilenerek, şiir yazmaya başlar. Eşi ve gönül dostu Süleyman’ın göçmesi üzerine yazdığı bir şiiri birlikte izleyelim:

 

Ben her sabah dalgın dalgın gezerim

Selamsız, sebepsiz gittin sevdiğim

Sensiz bu düğümü nasıl çözerim

Eşini terk edip gittin sevdiğim

 

Gelirsin diye yolun gözlerim

Sevgi yüklediğin güzel sözlerin

Kucak açıp sarıldığım dizlerin

Ateşleri yakıp gittin sevdiğim

 

Açıldı sinemde bin türlü yara

Uzatsam elimi yetişmez yare

İnan yokluğundan oldum biçare

Başıma dünyayı yıktın sevdiğim

 

Olmuşum bir bülbül başlarım zara

Bitti ömrüm, sensiz düşmüşüm dara

Yürekten çıkmıyor şu derin yara

Doktordan çare yok, gittin sevdiğim

 

Sensiz olmak inan büyük bir derttir

Fedakar’ım arzum seni görmektir

Bağrına basıp da hiç vermemektir

Güzel bir baharda gittin sevdiğim.

 

VI- Hakikatçı aşıklar kervanında bir güzel yolcu: Haydar Bayrak

Bütün hayatı Hakikatçı Aleviliğe ve bu akımın kültürüne hizmetle geçen, üniversiteye başladığım 1965 yılında Ankara’da TİP’e üye olmama vesile olan; ister köyde ister şehirde, evi her zaman Oda Kültürü’nün ana karargahı kanumunda olan akrabam Haydar Bayrak, sınırlı da olsa şiir yazıyor ve saz da çalıyordu. Nisan- 1981’de kaleme aldığı bir şiirini birlikte izleyelim:

 

Hak yoluna giden ey güzel yolcu

Yolda engel çoktur aman ha aman

Her önüne geleni sanma ki yolcu

Yüze gülen çoktur aman ha aman

 

Can gözün açıp da yoluna yürü

Şayet seçemezsen o cömert eri

Kaydırır ayağın nahoşun biri

Nadanla yürüme aman ha aman

 

Hakikat yoludur çok hüner ister

Güzel olmaz ise seçtiğin dostlar

Yüzünü yırtmasın vurduğun astar

Yazık kumaşına aman ha aman

 

Sağyardan ademe hiç kemlik gelmez

Ağyar güzelliğin kadrini bilmez

Sağyarı ağyardan seçmezsen olmaz

Düşürür ağyar seni aman ha aman

 

Haydar sana senden yakındır güzel

Kavli budur aşıkların ta ezel

Soğuk değen güller oluyor gazel

Solmasın gül yüzün aman ha aman

 

VII- İçtoroslar mana aleminde bir efsanevi kişilik: Ali Qute (Harab Ali)

İçtoroslar bölgesinde “kutsal, ermiş, kamil insan” kişilikler sayıldığında, ilk akla gelenlerden biri hiç tereddütsüz Ali Qute’dir. 20. yüzyılda yaşayan ve ismi yörede bir evsanevi kişilik olarak dolaşan Ali Qute Baba’nın türbesi Maraş merkez köylerinden Çiğil’dedir.

Ali Baba’nın, “Harab Ali” mahlasıyla şiir de söylediğini, İçtoros ozanlarından Aşık Kul Hasan’dan ve Aşık İsmail İpek’den yaptığımız derlemelerden biliyoruz. Sözlerimizi, elde küçük farklılıklarla iki versiyonu bulunan bu şiirle noktalayım:

Bektaş-ı Veli’nin yolun bilmeyen

Gündüzü karanlık gece sayılır

Evlad-ı Ali’den eli olmayan

Zümresi münafık piç’e sayılır

Evlad-ı Ali’den tutmayan daman

Onlardan uzaktır din ile iman

Evlad-ı Ali’ye kim etse güman

Yüzbin emek çekse hiçe sayılır

Arşın yücesidir başımın tacı

Kabe’ye ulaşır zülfünün ucu

Ehl-i Beyt katarı Güruh-u Naci

Cümle güruhlardan yüce sayılır

Harab Ali’m bu manaya erenler

Zamanenin imamını bulanlar

Bektaş-ı Veli’yi mürşid bilenler

Bir niyazı yüzbin hacca sayılır…

MEHMET BAYRAK

İlginizi çekebilir...

PSAKD-DANISMA-KURULU-

PSAKD yöneticileri: Gençlerimiz ışık saçıyor-VİDEO

PİRHA- PSAKD şube yöneticileri, Antalya’da gerçekleştirilen iki günlük danışma kurulu toplantısını değerlendirdi. Uzun aradan sonra …