PİRHA-Kureyşan Ocağı evlatlarından Musa Kazım Engin, cemevlerinin günümüzdeki durumuna ilişkin yaptığı değerlendirmede, cemevlerinin sadece bir binadan ibaret olmadığının, Alevi inancının amacına, felsefesine uygun inşa edilmesi gerektiğinin altını çizerek, Alevilerin kendi lokmalarıyla cemevi yapması çağrısında bulundu.
Alevi inancı bin yılların birikimiyle günümüze kadar dilden dile, gönülden gönüle, bin bir ırmaktan beslenerek günümüze kadar taşınmış bir inanç. Alevi inancının ibadethanesi dağ, taş, ağaç, akarsu, çeşme, hane (ev) kısacası tüm coğrafya olsa da günümüz dünyasında insanların bir araya geleceği, sorunlarını konuşacağı, sosyal ve kültürel aktarımların yapılacağı alanlar oluşturulmaya başlandı.
Köylerde köylünün bir araya geleceği evde cem erkanları yürütülürken, şehirlere yerleşen Alevi toplumu inançlarının gereğini yerine getirmek için cemevleri inşa etmeye başladı.
1990’lı yıllarda Alevi yurttaşların kendi imkanlarıyla aldıkları arsalarda daha sonra cemevleri yapıldı. Günümüzde ise daha çok belediyeler veya merkezi hükümetlerin desteğiyle cemevleri inşa ediliyor.
Belediyelerin cemevleri yapılırken verdikleri maddi desteğin sonuçları da ağır olabiliyor. 25 Eylül 2021 tarihinde Isparta Cemevinin açılışında, belediye başkanının “Bu cemevini ben yaptım” diyerek provokasyon yapması belediyeler ve Alevi kurumları ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği tartışmalarını beraberinde getirdi.
Peki cemevleri; günümüzde asimilasyonun kıskancında olan, Alevi kimliği inkar edilen, inanç merkezlerine ‘cümbüş evi’, ‘sosyal tesis’, ‘kültür evi’ denilen Alevi toplumunun inançsal, sosyal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılıyor mu?
Hükümet ve belediyelerle doğru bir ilişki kuruluyor mu? Alevi kurumları ve inanç önderleri cemevlerini inancın gereklerini yerine getirecek noktaya taşıyor mu?
Tüm bu soruları ve daha fazlasını Alevi kurum başkanlarına, inanç önderlerine ve yazarlara sorduk.
Kureyşan Ocağı evlatlarından Musa Kazım Engin, cemevlerinin günümüzdeki durumuna ilişkin sorularımızı yanıtladı.
“CEMEVLERİ ZORUNLUKTAN DOLAYI ORTAYA ÇIKTI”
PİRHA: Cemevlerinin yapılma fikri nasıl doğdu? Cemevlerinin tarihsel arka planını aktarabilir misiniz?
MUSA KAZIM ENGİN: Tarihte müstakil cemevi olarak Malatya’da Şah İbrahim Veli Ocağı’nın eski tarihi ile bilinen bir cemevi vardı. Yaklaşık 200-300 kişi alırdı. Aleviler için çok önemli bir ocak merkezi olduğu için böyle bir cemevi yapma ihtiyacı doğmuştur. Yoksa Anadolu’da köyler ve köylerde yapılan büyük evlerde cemler tutulurdu.
Tabi bu köy toplumu içerisinde yapılan bir uygulamaydı, köy şartlarında anlaşılabilir bir olaydı. Müstakil bir cemevi yapalım düşüncesi o yüzden yoktu. Ama cemevi var mıydı? Vardı, nerelerde vardı? Ocak merkezlerinde vardı, bir de dergahlarda vardı. Adına meydan evi ya da cemevi denilen dergahlarda vardı. Örneğin Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli, Seyit Gazi gibi dergahlarda bu tip bölümler de vardı.
Günümüzdeki cemevlerine gelince, 1950’li yıllardan sonra köyden kente çok hızlı bir şekilde göç başladı. Bir taraftan çarpıkta olsa bir sanayileşme ve kentleşme oldu. Bir taraftan toprağın insanlara yetmeyişi, nüfusun artması ve oradaki geçim sıkıntısı nedeniyle insanlar bir taraftan kentlere hatta oradan da yurtdışına ve dünyanın her tarafına dağılmaya başladı. Tabii ki dağıldıkları yerleri kendilerine yurt yaptılar, oralarda yaşamaya başladılar ve yaşam merkezi olan yerlerde de inançlarını, kimliklerini, ritüellerini ve bütün geleneklerini bir şekilde sürdürmek istediler. Sürdürmek isterken de bir mekâna ihtiyaç duydular ve cemevleri de bu zorunluktan dolayı ortaya çıktı.
“CEMEVİNİN ALTINA DÜKKAN YAPIP ŞERİATÇI BİR TARİKATIN ZİNCİR MARKETİNE KİRAYA VERİYORUZ”
-Açılan var olan cemevlerinin yapım aşamasında mimari yapısına dair bir süreç yürütülmüş müdür?
Hayır yürütülmemiştir. Birçok cemevine üzülüyorum. Bir an önce bir bina yapalım endişesi ile mimari estetik hiçbir kaygı gözetilmeden yapıldı. Bu alanda bir araştırma yaptım. Bizim cemevlerimiz tarihi olarak dergahlarımızın model olarak prototipi olmalıydı. Yani dergahlarımızda ne vardı? Dergahlarımıza girdiğinizde Hacı Bektaş Veli Dergahında da böyledir.
Cemevlerine girildiğinde mihman evi, pir evi, aş evi, cemevi gibi lokmaların hazırlandığı yerler gibi birbirine bağlı ama birbirinden de bağımsız olan aynı zamanda geniş avlusu olan ve o avluda bir muhabbet alanı olarak değerlendirilen içinde Kızılbaş Alevi ile ilgili tarihsel bütün simgelerini ve sembollerini çeşitli şekillerde işleyen yapılar, sütunlar, benzeri mutlaka simgeler var.
Peki, günümüzde bunlar var mı diye baktığımızda bildiğiniz bir apartman dairesi ya da bir iş hanı mantığıyla yapılmış gibi görüyoruz.
Zaten birçoğunu da alakasız yerlere sırf gelir getirsin diye birde kiraya verildiğini görüyoruz. Bnunda bir mantığının olmadığını düşünüyorum. Düşünün ki şeriatçı bir tarikatın zincir marketine cemevinin altını kiraya veriyoruz.
BİZ AÇ GEZMELİYİZ AMA ONURLU VE DİK DURMALIYIZ
Böyle bir mantığı benim kabul etmem mümkün değil. Ben bir yol hizmetkarı, bir Kureyşan evladı olarak bunu reddediyorum. Biz aç gezmeliyiz ama onurlu ve dik durmalıyız, biat etmemeliyiz.
Yardımlaşma duygusunu bizim o herkesin alnının teri ile getirdiği minicik lokmalarıyla bina yapmayı kendimize ilke ve prensip edinmeliyiz.
Alevilik ilimden ve bilimden gidilen bir yoldur. ‘Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır’ diyen hünkârımızın izinden gitmiyoruz onun yerine gerçekten kör karanlığa doğru gidiyoruz. Bu inancın ve felsefenin kendi gereklerine uygun simgelerle sembollerle örnek olacak bir mimari tarz oturtmalıyız.
Tarihten en azından bir ders almalıyız. Dergahlarımızdaki o kayaların, o mermerin, o taşların nasıl oya gibi, ince ince, ilmik ilmik işlendiğine bakarak bugün bundan gerçekten utanç duymalıyız.
Maksat sadece bir bina yapmak değildir, maksat sadece üstü kapalı bir alan yapmak değildir. Maksat her yönüyle amacına, felsefesine, onun kültürüne onun bütün simgelerine, bütün sembollerle bütün mesajlarına bağlı kalacak ve o mesajları da bir bakışta karşıya yansıtabilecek bir mimariyi oturtmak gerekir.
ALEVİ KURUMLARINDA MAALESEF %99’UNUN SİLGİSİ KALEMİNDEN EVVEL BİTİYOR
Bir sene geç olsun, altı ay geç olsun. Bu konuda gerçekten yetkin olan insanları çağırırsınız, danışırsınız. Danışma bizim kültürümüzün, inancımızın temelinde yer alır. Ama ‘ben biliyorum, nasıl olsa ben yöneticiyim, her şeyi biliyorum, her şeyi yaparım’ diye bir mantık geliştirdiğiniz zaman sürekli hata yaparsınız.
Silginiz kaleminizden önce bitiyorsa çok yanlış yapıyorsunuz demektir. Bugün Alevi kurumlarında maalesef %99’unun silgisi kaleminden evvel bitiyor. Sadece bu mimari konuda değil daha bir çok konuda var.
Mimarimiz felsefeden, kültürümüzden, inancımızdan bağımsız değil. Çünkü bu kültür, bu felsefe yani hepsi birlikte bu yol tarih boyunca ezoteriktir. Semboller Alevilikte çok önemli bir düşünceyi aktarma taşıma ve yansıtma mekanizmasıdır. O nedenle bunların da bizim binalarımızda olması gerekirdi. Bunları aslında tarihi bir kayıt olsun diye söylüyorum. En azından hiç olmasa yeni inşaata başlayanlar bu mesajımı aldığında oturup tekrar bu söylediğim ölçülerde o bilimsel verilerle oturup tekrar tekrar bunu ele alırlar ve geç kalmadan da bazı müdahalelerle belki düzeltme şansı yakalayabilirler.
“CEMEVLERİ SKOR PEŞİNDE KOŞAN BİR ANLAYIŞLA YAPILMAMALI”
-Belediyeler tarafından yapılan cemevleri henüz açılma aşamasında dahi sorunlar çıkıyor. Belediyeleri yapım aşamasına katmadan, Alevilerin lokmalarıyla mütevazı cemevleri yapılamaz mı? Ayrıca Alevi toplumunun çok sayıda ve büyük cemevlerine ihtiyacı var mı?
Bizler lokmalarla rızalıkla içimizden gelerek alnımızın terinden toparladığımız lokmalarla bir mekân yapalım. Ben mekâna itiraz etmiyorum. Mekân bir yerde bizim ihtiyacımız bu kent koşullarında zorunlu ihtiyacımızdır. Ama bu mekânı çok abartmayalım, hayatımızı sadece bu mekâna odaklamayalım.
Hükümet cemevleri yöneticileriyle dedelerle görüşmeler yapıyor. 1585 tane cemeviyle görüştüğünü bu vesile ile öğrenmiş bulunuyoruz ki ben 950 cemevinin olduğunu zannediyordum demek ki 1585’e kadar çıkmışız. Peki, bu iş bir yerlere bina yapmakla sürekli, bir yerlere gecekondu yapar gibi ya da ‘180 bin cami var biz de koştura koştura hızlanalım da biraz da bizim sayımız artsın’ diye skor peşinde koşan bir anlayışla yapılmamalı.
Böyle bir anlayış bize hangi tehlikeleri getirir bunun altını çizmek istiyorum. Devlet yıllardan beri bize baskı yapıyor, devlet yüzyıllardan beri bizi tanımıyor, yüzyıllardan beri bizi sapık, sapkın bir güruh diye adlandırıyor, yüzyıllardan beri hakkımızda ferman veriyor. Dadaloğlu’nun dediği gibi ferman padişahınsa dağlar bizimdir diyerek yüzyıllardan beri biz ıssız kayalıkları, ıssız dağ başlarını orman içlerini mekân tutmuşuz, yine de biat etmemişiz.
Kendimize ait binalarımız olamaz mıydı? Olabilirdi ama camiye dönüşmüş binalarımız mı olmalıydı? Normal olarak bizim inancımızı gerçek anlamda sürdürdüğümüz ve gerçek anlamda yaptığımız binalara ne Osmanlı izin verdi, ne de ondan evvel Selçuklu izin vermişti ne de cumhuriyet döneminde izin verildi.
Peki ne yapacağız? Devlet bir elinde havuç, bir elinde sopa diyor ki havuç sen kültürsün kültür merkezi yap sadece kültür olarak kal diyor. Niye böyle diyor? Diyanet seni kültürel bir alt toplum olarak tanımlıyor. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) diyor ki; cemevleri bizim kırmızı çizgimizdir. Çünkü Diyanet, altı cemevi üstü cami modelini geliştirdiler ve birçok yerde de bunu denediler. 12 Eylül gibi faşizmin çok sert bir şekilde uygulandığı bir dönemde bizim binlerce köyümüze camii yaptılar, imam gönderdiler. Bu da bir asimilasyon politikasıydı. Sana zorla cami yapıyor sana zorla imam gönderiyor.
‘OL İKRAR VERME, ÖL İKRARINDAN DÖNME’
Yine Dersim’de ve civarında yatılı okullarında zorla asimilasyon projeleri hayata geçirildi. Bir yandan Türkleştirme bir yandan Müslümanlaştırma politikası devam etti. Biz bu politikayı 40 yıldır tanıyoruz. İran Dışişleri Bakanı’nın Özal’a söylediği ‘ya siz Sünnileştirin ya da bırakın biz Şiileştirelim’ politikası şimdi daha yoğun bir şekilde devrededir. Ülkemizde alabildiğine Şii bir misyoner faaliyeti devam etmektedir. Cem Vakfı’nda yetiştirme çakma ve biyolojik dedeler, hatta dedelikle uzaktan yakından alakası olmayan bazı tipleri İran devşirmesi olarak faaliyet yürütüyorlar.
Bina yapıyoruz. İçini doldurmadıktan sonra ne yapayım senin binanı. Ne işe yarar o bina.
Eğer bu yola talip olacaksak, eğer bu yol için ser vereceksek eğer bu yola ikrar verdiysek ve gerçekten ikrarımıza sadık isek Abdal Musa dergahında yazdığı gibi ‘ol ikrar verme öl ikrarından dönme’ diyebiliyorsak o halde biz iktidarın bir elinde havuç bir elinde sopa politikasına bir kere biat etmemeliyiz. Hakkı ve hakikati çok net bir şekilde söylemeliyiz ve bu konuda da duruşumuz net olmalı.
“CEMEVLERİ KÜLTÜR MERKEZİNE DÖNÜŞÜRSE DEDELER DİYANETİN FETVALARINI OKUYACAK”
-Aleviliği yok sayan inanç merkezini ‘cümbüş evi’ olarak gören, toplumsallığını dağıtmaya çalışan iktidar bugün cemevine ‘kültür evi’ demeyi konuşuyor.
Eğer bu cemevleri kültür merkezine dönüşürse dedeler devletin birer memuru olacak, onlara maaş verilecek onlar Diyanetin emrine girecek. Çünkü yasal statü dediklerinin altında yatan budur. Seni bağımsız bir inanç olarak tanımak istemiyorlar, bizim kırmızı çizgimizdir, diyorlar. Bizim istediğimiz formatta kültür merkezi yapalım ve sizi altta kültürel faaliyetler uğraşan bir topluluk olarak adlandıralım ve o nedenle sizin yolunuza hizmet verecek olan dedeleri de maaşa bağlayalım, onlara birer kadro verelim. Yarın öbür gün olacak tehlikeyi şimdiden söylüyorum.
Dedeler devletin memuru olacak, aynı cuma namazında hutbe okuyan hocalar gibi Diyanetin gönderdiği hutbeler okunacak. Yani Alevi cemlerinin aydınlanma özelliği, dar ve didar ilişkisi ortadan kalkacak, hırsızı da, ipsizi de, sapsızı da, utanmazı da, namussuzu da, rahatlıkla bu alanlarda cirit atacak.
Aynı 1495 yılında II. Beyazıt’ı dağıttığı sahte Seyit şecereleri gibi sahte dedeler ortalığı kaplayacak. Gerçek yol önderlerine gerçek dedelere gerçek bu yola hizmet etmek isteyenlere binaların kapıları kapanacak. Zaten şu andaki uygulamayla da Hakk ve hakikati söyleyen önderler, pirler, bu binalarda yer bulamıyorlar. Burada inançsal yönden çok büyük bir asimilasyon korkusu var.
Zaten çocuklarımız din dersleri yoluyla asimile ediliyorlar. Diyanet gri dedeler vasıtasıyla Alevileri bir inanç bağında yakalayarak asimile etmeye çalışıyor. Yine o gri dedeler vasıtasıyla o gri dedeler dediğimiz topluluk vasıtasıyla onları hacca umreye vs. göndererek koltuğun altına birer kuran yerleştirerek Hakk’tan ve hakikatten uzaklaştırıp tamamen Müslümanlaştırarak onları birer Türk İslam ya da Şii Müslüman misyoneri haline getiriyorlar. Bu da Aleviliğin kadim öğretisine yoluna, ahlakına ve inancına çok büyük bir darbe vuracaktır. Bence en büyük, en etkili ve en son darbe olacaktır diye düşünüyorum.
“BİZ HİÇ KİMSENİN YEDEK GÜCÜ DEĞİLİZ, ARKA BAHÇESİ DEĞİLİZ, OLMAMALIYIZ”
-Yasal statüye kavuşmamış cemevleri gerçekliği var. Değişik adlar altında açılan bu cemevlerinin büyük çoğunluğu yerel yönetimler veya merkezi hükümetler tarafından yapılıyor. Bunu, yönetimsel ve inançsal yansıması bakımından nasıl okuyorsunuz?
Siyaseten geldiğimiz noktada görüyoruz ki birçok yerde yerel yönetimler bu cemevlerinin kontrolünü ellerinde tutuyorlar. Bu bizim inancımıza bir müdahaledir. Bu belediyeler yolu ile maalesef inancımızda çok ciddi çok büyük bir erozyon yaşamaktayız.
Lütfen hiçbir parti veya hiçbir yerel yönetim ne iktidar ne muhalefet inancımıza müdahale edecek, etki edecek bir tasarrufta bulunmasınlar.
Hani inancımızda ne veren el alan eli, ya da alan el veren eli görmemeli. Şimdi öyle mi veren el veriyor parmağını da gözümüze sokuyor. O da yetmiyor ‘ama ben sana bunu veriyorum’ diyor, sonra her istediğini yapmaya çalışacak. Biz hiç kimsenin yedek gücü değiliz, arka bahçesi değiliz, olmamalıyız.
İş işten geçtiğinde çok pişman olacaksınız. Çağrı yapıyorum; biat etmeyin. Sonu hüsran olacaktır, çocuklarımız asimile, toplumumuz dejenere olacaktır, yolumuz kirlenecektir. Lütfen bu haksızlığı ve bu ihaneti yolumuza yapmayın.
“DİK DURALIM KENDİ LOKMALARIMIZDA YAPALIM”
-Isparta Cemevinin açılışında yaşanan provokasyonda da görüldüğü üzere Alevilik ve Aleviler belediyeler üzerinden dizayn edilmek isteniyor. Sizce Alevi kurumlarının, cemevlerinin yerel yönetimler ile ilişkilenme boyutu ne durumda ve nasıl olmalıdır? Alevi kurumları, belediyeler ile hangi sorunları yaşıyor?
Isparta cemevi meselesi buna can alıcı bir örnektir. Sadece Isparta cemevi meselesinden önce İstanbul Maltepe belediyesi Dersim’de Düzgün Baba’ya niye yol yapar, niye kaldırım yapar, niye her yere 100 tane tabela koyar soruyorum. Düzgün Baba’ya insanlar yalın ayak çıkarken neden gelip oraya kaldırım taşı, özel bir taşla yol yaparsın. Bu hizmet değil, bence bu şov, başka bir şey değil.
Bu tip şovlara karşı çıkıyorum. Aynı şekilde mütevazi cemevi olamaz mı? Olabilir tabii ki. Alın terimizle olsun kimseye eyvallah etmeyelim, dik duralım kendi lokmalarımızda yapalım. Yapamaz mıyız? Yapabiliriz bizim için iş insanlarımız yok mu? Var. Onlar yardım etmiyor mu ederler ama düzgün yönetim olsun.
Siyasete işi ihale eden, delege ağalığına, belediye meclis üyeliklerine, milletvekilliklerine soyunan ve cemevlerini buradan doğru arka bahçesi olarak kullanan bir avuç politikacı olmayın, sadece yola hizmet edin. Onlar politik arenada gitsinler politikalarını, siyasetlerini yapsınlar onlara karşı değiliz. Ama kafamıza basmasınlar, sırtımıza basmasınlar.
Biz mütevazi cemevlerimizde lokmalarımızı pay edelim ve orada yan yana durabilelim.
İşte Isparta Cemevi bu konuda çok yakıcı bir örnektir. Isparta Cemevinin başında bulunan bir hanımefendi var. Bu hanımefendi Tunceli Pülümürlü Yol TV’nin Müdürü olan Veli Aydın’ın da yeğeni. Çok ilginç.
Veli Aydın’ı ben 40 yıldır tanırım. Veli Aydın’ı cumhuriyet mitinglerinden tanıyorum, başlarda baş rollerde oynardı. Veli Aydın’ı Almanya’daki çalışmalardan biliyorum. Yol TV’ye nasıl monte olduğunu, nasıl orada birden hızla yükseldiğini izliyorum. Yol TV halkın parası ile kurulmuş bir televizyondur. Yol TV’nin yönetici sıfatıyla oradaki Alevi hareketi üzerindeki etkisini de kullanarak Isparta’daki yeğeni ile birlikte bu cemevinin oluşumunda başından sonuna kadar maalesef Veli Aydın ilgilidir ve sorumludur.
Türkiye’deki kurumlarda çağrıldığın yere erinme, çağrılmadığın yere görünme prensibi gereği karşısında da bir Alevi kuruluşunun daveti icabet etme nezaketi gereği de hepsi orada yer almışlardır. PSAKD Genel Başkanı Gani Kaplan’ın konuşmasına imzamı atıyorum.
Gönül isterdi ki orada bulunan Alevi kanaat önderleri kurum başkanları temsilcileri dedeler topyekûn sahnede Gani Kaplan’ın yanında yer alarak bu siyasetçiye ‘bir dakika orada dur çok ileri gittin’ demeliydiler. Gani Kaplan Türkiye’deki Alevi toplumunun hak ve taleplerini dile getirmiştir.
İşte ‘cemevleri kırmızı çizgimizdir’ diyen Diyanetin bakış açısıyla Isparta Belediye Başkanının bakış açısı aynıdır. Benim istediğim gibi Alevi olacaksın diyor. Nitekim bu Isparta Cemevinin Başkanı olan hanımefendinin bu çabası bu belediye başkanından evvel orada belediye başkanlığı yapmış olan MHP’li belediye başkanı zamanında başlamıştır. Aynı zamanda bize gelen bilgilere göre de Isparta’da Alevilerin nüfus olarak çok az olduğu bir mahalle yapılmıştır. Isparta’yı bilirim. Isparta’da Gülistan Mahallesi diye bir mahalle var ve bu mahallenin yüzde 70 Dersim ve Erzincanlıdır.
Birincisi neden bu mahalleye bir cemevi yapılmadı da Alevilerin çok az olduğu bir mahalleye bu cemevi yapıldı. Bu sorunun cevabını dernek başkanı vermek zorundadır. İkincisi, o mahallede Alevilerin yoğun yaşadığı bir mahallede bir cemevi yapılması için bir tahtacı Alevi canın bir arsa bağışladığı ama kabul edinmediğidir.
“TALEPLERİMİZİN ARKASINDA DURMALIYIZ”
-Nasıl bir yol izlenmeli?
Aleviler ve Alevi kurumlarının kuruluşlarının yöneticileri olarak hepimizin temel noktada duruşumuzun olması lazım. Birincisi çağdaş olmalıyız, ikincisi laiklikten asla taviz vermemeliyiz, üçüncüsü demokrat olmalıyız ve demokrasi mücadelesinin içinde olmalıyız, dördüncüsü temel insan hakları ve demokratik hakları kültürel ve kimlik haklarını savunan bir çizgide olmalıyız, beşincisi bizler demokrasi mücadelesi veren kurum ve kuruluşlarla birlikte yan yana omuz omuza olmalıyız. Bunlar demokratik ilkelerimiz, bizim toplumsal ilkelerimiz. Bizim toplumsal taleplerimizden birincisi Anayasada ve yasalarda Alevilerin eşit yurttaş olarak görülmesidir. İkincisi zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Üçüncüsü Hacı Bektaş Veli Dergâhı, dergâh sahiplerine teslim edilmelidir. Dördüncüsü, Sivas Katliamı’nın yapılmış olduğu Madımak Oteli insanlık müzesine dönüşmeli, utanç müzesi olmalıdır.
Bu talepleri uzatabiliriz çok talep var. Bizim hakkımızdaki bütün Şeyhülislam fetvaları kaldırılmalıdır. O cesaret o yürek var mı? ‘Alevileri çok seviyoruz’ diyenler daha bizim hakkımızda verilmiş olan fetvalar bir başka fetva ile kalkmıyor. Peki, fetva devam ederse ne oluyor işte Maraş’ta, Çorum’da daha evveli Dersim’de Sivas’ta bütün katliamlarda arka tarafında bu fetvalar vardır. ‘Alevilerin katli vaciptir’ mantığı ile birçok paramiliter güç üzerimize salınmıştır.
Bu nedenle devletin katliamlarla yüzleşmesi gerekiyor. Devletin Dersim’le yüzleşmesi gerekiyor. Devletin arşivlerinin açılması katliamların gün ışığına çıkması ve bu konuda devletin birinci ağızdan hatta TBMM üzerinden halkından özür dilemesi gerekiyor.
Ve insanların Seyit Rıza ile beraber idam edilen yoldaşlarımızın içinde benim de akrabalarım olanların hala mezarlarının yeri nerede olduğunu bilmiyoruz, hala kemiklerini bulamıyoruz, mezarlarını bulamıyoruz. Bunların mezarları bulunmalıdır, bunlar Dersim’e kendi topraklarına getirilmelidir, oralarda tekrar toprağa sırlanmalıdır.
Bunun gibi talepleri çoğaltabiliriz çok daha fazla taleplerimiz var bu talepler tabi bir duruşla olacak bir şeydir. Artık bizim cemevlerimiz bizim inanç merkezimizdir. Ama bizim inancımız o kadar derin boyutlu ve kadim bir inançtır ki içinde kültürel birtakım ögeleri de barındırmaktadır. Kültür toplulukların gelenek, görenek, yaşama dair törenlerinin ve inançların hepsini içine alan kucaklayan bir kavramdır. O nedenle Alevilik yüksek bir kültürdür, Alevilik yüksek bir ahlaktır aynı zamanda.
GÜN HIZIR PAŞA DEĞİL, PİR SULTAN OLMA GÜNÜDÜR
Biz kültürel ögelerimizi sosyal dayanışmamızı, paylaşımlarımızı ve eğitimlerimizi ve inançlarımızın gereği olan cemlerimizi ve ibadetlerimizi ve ritüellerimizi Hakk’a yürüme erkanlarımızı cemevlerinde yaparız. O nedenle nasıl Diyanet ‘cemevleri bizim kırmızı çizgimizdir’ diyorsa biz de çok net bir şekilde şunu söylüyoruz; bu cemevleri bizim ibadethanemizdir, bu da bizim kırmızı çizgimizdir. Bu çizgiden bizi hiç kimse geri adım attıramamıştır, attıramayacaktır.
İçimizdeki Hızır paşalar, içimizdeki keklikler bugün devlete ve Diyanet’e açık veya gizli iş birliği yaparak ihanet eden işbirlikçiler şunu çok iyi bilsin ki; Alevi tarihine hain olarak isimleri kazınacaktır. Gün Hızır Paşa değil, Pir Sultan olma günüdür, gün Mansur olma günüdür, gün Nesim’i olma günüdür. Mevcut düzenin kirliliklerine dümen suyuna gitmemelidir. Bizim felsefemizin temel taşı da zaten dümen suyuna gitmemekti. Dümen suyuna giden zaten bizim yolumuzdan ve bizim erkanımızdan değildir. Bizim duruşumuz gerçeğe HÜ diyen bir duruştur.
Cebrail ARSLAN/ANTALYA