13 Eylül 2014 Cumartesi 04:00KamberAteş 12 Eylül’de idamla yargılandı, cezası müebbete çevrildi. Önce Mamak Askeri Cezaevi, ardından Çanakkale E Tipi Cezaevi olmak üzere 11 yıl cezaevinde kaldı, şartlı salıverme yasasıyla 1991’de cezaevinden çıktı.Kamber Ateş 12 Eylül’de idamla yargılandı, cezası müebbete çevrildi. Önce Mamak Askeri Cezaevi, ardından Çanakkale E Tipi Cezaevi olmak üzere 11 yıl cezaevinde kaldı, şartlı salıverme yasasıyla 1991’de cezaevinden çıktı.
12 Eylül cezaevlerinin görüş kabin duvarında şu yazı asılıydı: ‘Yavaş sesle konuşmak, el kol yüz hareketleriyle haberleşmek ve Türkçeden başka dille konuşmak kesinlikle yasaktır.’
Annesi Sivas’dan oğlunu ziyarete geldi. Kamber’in anadili Kürtçeydi.
Kamber Ateş nasılsın?
İyiyim ana, sen nasılsın, babam, memleket nasıl?
Kamber Ateş nasılsın?
Sağlığın sıhhatin nasıl, yolculuk nasıl geçti?
Kamber Ateş nasılsın?
Kamber Ateş’le konuşmaya ‘nasılsın’ diye başladık. Biz de yıllar sonra Kamber Ateş’le konuşmamıza işte böyle başladık:
Kamber Ateş, bugün nasılsınız?
Bugün iyiyiz. Çünkü Türkiye toplumu bütün olumsuzluklara rağmen Gezi direnişini yaşadı. İnsanlar üzerlerindeki korkuyu attı. Gezi direnişi yan yana durmayı ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Ben şanslı bir devrimciyim, çünkü idamdan müebbete çevrildim ve şimdi bize müebbet verenleri, müebbet hapse çarptırdık. Haftalarca DAL’da işkence görenlerdenim, işkencecilerimden 3’ü Hasan Asker Özmen’i işkencede öldürmekten tutuklandı. 1 yıl 2 ay ceza aldılar, içlerinden Enver Göktürk cezası tamamlandıktan sonra cezaevinden kaçan adli bir tutuklu tarafından öldürüldü.
O adli tutuklu neden Göktürk’ü öldürdü?
O cezaevindeyken, işkenceci eşine tecavüz ettiği için.
Kasten işkenceyle adam öldürmek suçundan sadece 1 yıl 2 ay ceza…
Evet hâlâ öyle. O zaman da şimdi de ödüllendiriliyorlar. Enver Göktürk hapisten çıktıktan sonra komiser oldu, şikayet sonucu MİT’e kaydırıldığını duyduk.
Öldürüldüğü haberini aldığınız zaman ne hissettiniz?
Dörtlük yazdım; ‘İşkencecim öldürüldü, bahtiyarım’ diye başlıyor.
‘Utanç Müzesi ve yeni ortaya çıkan utanç mekanı Et ve Balık Kurumu’
Bu söyleşiyi Devrimci 78’liler Federasyonu’nun düzenlediği ’12 Eylül Utanç Müzesi Sergisi’nin açılışında yapıyoruz. Siz de bu federasyonunun yönetimindesiniz. Sergi ne zamana kadar sürecek?
12 Eylül akşamı açılışı yapıldı, bugün 13 Eylül itibariyle de ay sonuna kadar sürecek. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da da açmıştık, ama her şeyi nakledemedik. Aslında kalıcı daimi bir müze olması için taleplerimiz oldu, ama sonuç alamadık.
Oysa kalıcı bir müze için fazlasıyla bilgi belge var burada ve herkesin gelmesi görmesi gereken bir müze. Belge toplamaya da devam ediyorsunuz değil mi?
Evet, çok kişi kendiliğinden de aramaya başladı bizi, ‘bende şu var’ deyip getiriyorlar. Israrımız sürüyor, sonunda kalıcı hale getireceğimizden eminiz, bunun için de çabamız, mücadelemiz sürüyor.
12 Eylül ana davasında da, federasyon olarak başından beri verdiğiniz mücadelede belge ve bilgilerin çok faydası oldu. Her duruşmayı baştan sona birlikte izledik. Ana dava sonuçlandı ve dava sırasında mahkeme 300’e yakın işkence başvurusunu, 57 ilin cumuriyet savcılıklarına yönlendirdi. Üstelik yönlendirirken dosyaya AİHM kararları, insanlık suçlarında zaman aşımı olmayacağı özellikle eklendi. Buna rağmen çok yerde zaman aşımı kararları çıkıyor. 11 Eylül’de Amasya’daki duruşmada da aynı karar verildi. Siz davayı federasyon olarak yerinde takip ediyorsunuz, suç duyurusunu siz yapıyorsunuz. Amasya davasını takip eden Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı Nejat Kangal’la, Amasya’daki duruşma sırasında konuştum, verdiği bilgi askeri vesayet sisteminin AKP Hhükümeti’yle el ele bu süreci götürdüğü yönündeydi. Müdahil avukatlarla da konuştum ve illerdeki davalar aracılığıyla Yargıtay’dan çıkacak içtihat kararını etkilemeye çalıştıkları bilgisini aldım. Hem iç hukukun hem de uluslararası hukukun çiğnenmekte olduğunu söylediler. Nedir son durum?
Amasya’daki dava çok önemliydi. Bursa’da dava sırasında takipsizlik kararı çıktı, Diyarbakır’da yine aynı şekilde zaman aşımı denilerek takipsizlik kararı verdiler. Sonuna kadar peşlerindeyiz. Bu kararları verenler hukuku çiğniyor, insanlık suçuna ortak oluyor. Amasya davası, Et ve Balık Kurumu binasının işkence merkezi olarak kullanılması açısından da çok önemli bir davaydı. Bina olduğu gibi duruyor çünkü. Karadeniz’de de birçok Et Balık Kurumu binasının işkencehane olduğu ortaya çıktı. Bu binalar, baştan yapılırken Özel Harp Dairesi’yle ortak tasarlanmış. Zemin katları işkencehane olarak inşa edilmiş. Belli ki bir darbe koşulunda, mevcut bilinen sorgulama kurumlarının dışında yerler çok önceden hazırlanmış ve Et ve Balık Kurumu seçilmiş. Belki başka yerler de çıkar.
Zaten ana davada da 1975 itibariyle darbe planının başladığı yer aldı. Federasyon olarak Et ve Balık Kurumu’nun o dönemdeki yöneticileri hakkında Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundunuz.
Evet bulunduk. Elimizde deliller var.
‘Hiçbir demokrasi mücadelesi küçümsenmemeli’
12 Eylül öncesi de devrimciydiniz, şimdi de devrimcisiniz. Sizin için bugün devrim ne demek?
78 kuşağı 1980’e gelindiğinde devasa bir güce sahipti. O gücü demokrasi mücadelesinde istediğimiz yöne kanalize edemedik. Çünkü devletin uyguladığı çok ağır bir şiddet altındaydık, onunla mücadele ediyorduk. Şimdi Gezi direnişini Türkiye solu olarak doğru algılarsak, önemli demokratik adımlar yakalayabiliriz. Bizim jenerasyon, emir üreten, emir veren, emri uygulayan bir format üzerinden hareket etti. Oysa günümüzün ihtiyaçları bu hiyerarşik yapıyı reddeden, yan yana duruşu önemseyen bir yapıda. O yüzden hem aktivistler, hem demokratik kurumların kendilerini bu doğrultuda yenileyerek mücadele üretmesi gerekir. Yan yana bir arada dayanışarak yürümeliyiz.
12 Eylül öncesi ve sonrası için 78’lilerin dili sert denir. Bugün hâlâ o dili sürdürenler var.
Yaşadıklarımızın yarattığı bir dil oldu. Ben mesela, cezaevinden çıktıktan sonra dolmuşçuya hiç ‘durur musun’ dememişim, ‘dursana’ demişim. Emir kipi… Farkında bile değildim, eşim fark ettirdi.
Bugün verilen demokrasi mücadelesi yeterli mi?
Hiçbir demokrasi mücadelesi küçümsenmemeli. Demokrasi, iğneyle kuyu kazarak yol alıyor. Verdiğimiz bu mücadeledeki kazanımlarımıza AKP Hükümeti’nin saldırıları var. Bu hükümet, hem anayasası, yasalarının imkanları açısından, hem de görünür sembolleri açısından 12 Eylül rejiminin ürünü. Sembolleri, Kenan Evren’in uçaklardan dini ayetler attırması, Kuran’dan ayetlerle yaptığı konuşmalarla başladı. Bu, cuntanın toplumsal düzeni nereye getireceğinin işaretiydi. O ayetlerden başlanılarak; kılık kıyafetten doğanın tahribatına, yağma talana, 4+4+4 e, 24 Ocak kararlarının İslami referansla soslanmış hali ortaya çıktı. Küresel güçler, toplumun bu kısmıyla buluşmayı, onları kullanmayı, neoliberalizmin çıtasını onlar eliyle yükseltmeyi seçti. Aslında demokrasi mücadelesi zaman zaman kesintiye uğrasa da toplumda hep vardı. Sorunlar karşısında refleks gösteren, mücadele eden ya da direnen kesimler her zaman oldu, ama bu bir denizde buluşamadı. Gezi; bunu değiştirdi. Egemen otoriter, ataerkil zihniyetin hayata müdahalesini yaşıyoruz ve nerede duracağı ancak devrimci dinamiklerin ne yapacağı ile belirlenecek.
12 Eylül cezaevlerindeki direnişlerden de söz edelim mi?
Direnilmedi, teslim olundu muhabbetleri var. Farklı cezaevlerinde farklı yöntemlerle direnildi. Metris’te elbise giymemek şeklindeyken, Mamak’ta sessiz sayım verme gibiydi, Diyarbakır itirafçı olmama ve daha başka açılardan direndi. 81’in başında Mamak’ta bizzat başını çektiğim açlık grevine başladık. Sabah akşam sistemli dayak vardı, bu sayede azaldı. 10 Kasım’da ‘sürün’ dediler sürünmedik.
Kamber Ateş siz sorgu sırasında işkencede adınızı bile söylemediniz. Hatta babanızı getirdiklerinde ‘tanımıyorum’ dediniz.
Babamı ve 5 yaşındaki kardeşimi getirdiler. Babam ‘oğlum’ dedi, ‘ben bu amcayı tanımıyorum’ dedim. Sadece , bana iletmesi için babam kardeşime vermiş parayı, ama gözüm para falan görmedi, dayanamayıp ona sarıldım, sonra ‘kardeşin değilse niye sarıldın’ diye yüklendiler. ‘Kardeşim gibi hissettim’ dedim.
11 yıl sonra cezaevinden çıktığınızda, cezaevi öncesi ile sonrası arasında ilk nasıl bir fark hissettiniz?
Korku öyle bir işlemişti ki, dışarıda kalpler duvara yapıştırılmış gibiydi. Zaten her şeyi de korku imparatorluğu kurup sindirmek için yaptılar.
Son olarak, 12 Eylül darbesini nerede nasıl öğrendiniz?
12 Eylül’den kısa süre önce alınmıştım. Mamak F Blok’taydım 11 Eylül akşam 21.00’de bahçeye çıkardılar. Her birimize en az 10 asker düşecek şekilde dayak yedik. Koğuşlara alıp, orada da sabah 4.00’e kadar dayak devam etti. Hepimiz simsiyah olmuştuk ve Kenan Evren’in ‘ordu yönetime el koydu’ söylevi dinletildi. Öyle duyduk. Ardından gelip, ‘bütün mahkemeler iptal edildi’ dediler.
İdam edilen her 78’linin ayrı bir hikayesi var
Kamber Ateş’le söyleşimizi Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açılan ’12 Eylül Utanç Müzesi’nde gerçekleştirdik. İdam edilen 78’lilerin her birinin ayrı hikayesi var. Örneğin, Veysel Güney’in mezarına bile ulaşılamadı henüz. İdam edildiler ve yok edilmeye de çalışıldılar. Ama mücadeleyi sürdürenlerin bir gün her şeyin daha net ortaya çıkacağından hiç kuşkusu yok.
Erdal’ı 46 günde idama mahkum ettiler
İdam edilenleri birbirinden ayırmak, içlerinden birine yoğunlaşmak mümkün değil. Ama benim için, Erdal Eren’in farkı; çok eski lise yıllarımızdaki yoldaşlığımızdan ve yakalandığı apartmana birlikte kaçmamızdan geliyor. O yüzden duruşmasıyla ilgili gerçekleri burada bir kez daha tekrarlamadan edemeyeceğim. Hemen tüm duruşmalarda benzer korkunç hukuksuzlar yaşandı. Öldürülenlerin hepsi de, ‘hukuken’ değil, siyaseten ‘asmayalım da besleyelim mi’ mantığıyla öldürüldü.
Erdal Eren, 2 Şubat 1980’de yakalandı. 13 Şubat 1980’de sorgusu başladı. 46 gün sonra kasten ve teammüden adam öldürmekten idama mahkum edildi. Oysa Erdal’la er Zekeriya Önge yüz yüzeydiler ve er Önge sırtından vurulmuştu. Zekeriya Önge’nin giysisi Adli Tıp’a gönderilmedi. Kurşunun mesafesine ilişkin balistik inceleme yapılmadı. Olay yerinde iki farklı tabanca mermisi vardı, hangisiyle öldürüldüğü tespit edilmedi. 15 Temmuz’da karar Askeri Yargıtay’da ‘Erdal Eren’in öldürdüğüne dair hiçbir kanaat ve kanıt yoktur’ gerekçesiyle bozuldu. Dosya tekrar Sıkıyönetim Mahkemesi’ne geldi. Yine hiçbir araştırma yapılmadı.
Bu kez ailesi, yaşının küçüklüğü nedeniyle kemik incelemesi istedi. O sıra 12 Eylül oldu. 28 Ekim’de Askeri Yargıtay 3. Dairesi kararı yine bozdu ama bu kez cuntacılar 3. Daire’yi ‘işlevi yoktur’ diye kapattılar. Erdal, 13 Aralık 1980’de asıldı.