1915 yılı dadi feryat (adalet) diyenlerin dağlara sığındığı, Tanrı diyenlerin kendilerini çağırdığı bir zamandı. Yer Malatya – Akçadağ (Arga) ilçesine bağlı Kürecik’di ve yangın yeriydi. Bu ilk değildi, Osmanlı tarihi boyunca Kürecikliler Kızılbaş kimliklerinden dolayı çeşitli katliamlara ve baskılara uğramışlardı.
Kürecikliler ”önce insan” diyordu, Osmanlı ”önce islam” diyordu. İnsanı Hak, Hakkı insan gören Kürecikliler Kürtçe kendilerine ”Kurmanc” diyordu. Osmanlı ”Kızılbaş” deyip katliam ve baskı yapıyor, kat be kat vergi ve asker istiyordu. Yoksulluk ve zulüm vardı.
O yıl Malatya ve Maraş’da Ermeni soykırımı başlar, insanlar vahşice öldürülür. Öyle bir vahşetki gören göz, duyan yürek dayanmaz. Bunun üzerine Kürecikliler Memed Ali (Mamad Ali Axık’e) öncülüğünde vergi ve asker vermeyi red edip, soykırıma karşı çıkarlar. Memed Ali Kürecik-Qasıman’dandı ve aşiretin ağasıydı, hem gençti hemde çevrede etkili bir ismi vardı. Bir grup arkadaşıyla beraber dağa çıkan Memed Ali Osmanlı askerlerine ve çetelere karşı kahramanca savaşırlar. Nice çatışmalara girip çıkarlar. Bir çok yerde Osmanlı’nın kanlı ellerinden Ermenileri kurtarmayı başarırlar. O zaman askerden kaçan bazı Ermeni gençleri de Memed Ali’nin grubuna katılır. Memed Ali Malatya ve Maraş hatında Ermeni avına çıkan çetelerin ve askerlerin korkulu rüyası olur.
Osmanlı, Kürecik üzerine askerlerden ve çetelerden oluşan büyük bir ordu gönderir. Diğer taraftan çevredeki müslüman köyler asılsız söylemlerle Kızılbaşlar ve Ermeniler kastedilerek ” gavurlar Kuranı yaktı, din elden gidiyor” diye Küreciklilere karşı kışkırtılır. Buna karşı Memed Ali’nin eşi Huri ‘’ yalanınız batsın, bu kafa sizde olduktan sonra insanlık ölür, dininize bir şey olmaz’’ deyip tepkisini gösterir.
Kürecik kuşatma altına alınır, çatışmalar yoğunlaşır. Dağa taşa ağır silahlarla kuşatılmış asker ve çete yığan Osmanlı, Küreciklilerin direnişi karşısında ağır kayıplar verir ama Küreciklilerin hem silahları azdı hem de cephaneleri kısıtlıydı. Günlerce süren çatışmalardan sonra köye giren askerler ve çeteler onlarca insanı katledip Memed Ali’nin konağını ateşe verirler. Köylülere zulüm edilir, evler yağmalanır ve yakılır.
”Çi la ma te,çi la ma te
Suvare Axıkan rabune cirite
Mamad Ali ba la te ayan bı
Konağa te dana ber kirpite” (Eşi Huri tarafından Memed Ali için yakılan ağıttan)
Cephanesi biten Memed Ali kuşatmayı yarıp Alxas aşiretinden destek almak için Elbistan’ın Beştepe köyüne gider. Oradan yine destek için Arguvan’a Atmi aşiretinin Kızılbaş kolu ile görüşmek üzere yola çıkar, yolu kısaltmak için Darende tarafına yönelir, Müslüman Türk köyü Setrek’den geçerken pusuya düşürülerek bir Ermeni arkadaşıyla beraber Osmanlı askerlerince yakalanır ve yakalanan diğer arkadaşlarıyla beraber Harput’da idam edilir.
”Kürecik’in yolu taştır
Ben ağlarım gözüm yaştır
Harput’da bir bey asmışlar
Onun aslı Kızılbaştır” (Eşi Huri tarafından Memed Ali için yakılan ağıttan)
O günlerde Malatya tarafından eşleri ve kardeşleri öldürülmüş, genç kızları ellerinden alınmış dört – beş kadın çocuklarıyla beraber Halep’e gitmek için yola çıkarlar. Kadınlar ve çocuklar gece yürüyerek Kürecik- Harunan’ın yakınlarına kadar gelirler. Gündüz orda saklanıp, akşam karanlığında tekrar yola çıkarlar.Bu arada Husen’i Alli eve gelirken Karte Sur’un (Kırmızı Gedik) alt tarafında üç derenin birleştiği yerde kadınların ve çocukların geçtiğini görür. Akşam karanlığında seçemez. Seslenir, kim olduklarını sorar, cevap alamayınca havaya bir kaç el ateş açar. Bunun üzerine aşağıda ağlaşma sesleri duyunca telaşlanır ve hızla o tarafa doğru yönelir. O sıralar köy sık sık askerlerin ve çetelerin saldırısına uğruyordu. Husen’i Alli köyün çocuklarının götürüldüğünü sanmıştı. Oraya vardığında kadınları ve çocukları perişan halde görünce utanır, durumu izah eder ve özür diler. Ayak üstü kısaca sohbet ederler. Kadınlar tarif üzeri yola çıkmış, yol boyu Kızılbaş köylerini takip ederek gidiyorlardı. Husen’i Alli kadınları ve çocukları eve davet eder, ”bir ihtiyacınız var mı?” diye sorar. Kadınlar davet için teşekkür eder ama gece yürüyecekleri için zaman kaybetmek istemezler. Ancak ”senden bir ricamız var” derler. Husen’i Alli ” buyurun” der. Grupta Şamsi adında bir çocuk vardı, Şamsi onüç yaşındaydı. Tüm ailesi, annesi ve babası öldürülmüş, kız kardeşi alınıp götürülmüştü. Kendisi saklanıp kurtulmuştu. Hastaydı Şamsi, yürüyemiyordu, öldü ölecek gibi bir hali vardı. Şamsi’nin ölmesi halinde bir aile bitmiş olacaktı. Kadınlar ”bu çocuğu kurtarırsan bize en büyük iyiliği yapmış olursun” derler. Husen’i Alli ”başım gözüm üzere” der. Orda Şamsi’ye sarılıp ağlıyarak vedalaşırlar.
Husen’i Alli Şamsi’yi alıp eve getirir, eşi Delal’a durumu anlatır. Soran olursa, Şamsi’nin Ermeni olduğunu söylemiyeceklerdi, Elbistan’ın bir köyünden kuzu çobanı olarak getirdiklerini söyleyeceklerdi. Çünkü köyü hergün askerler basıyor. Ermeni olmak ne kadar suçsa, saklamak da o kadar suçtu. Hele saklıyan bir Kızılbaş ise bu daha da büyük bir suçtu. Gerçi Kürecikliler başından beri bu suçu işlemeye razıydılar ama yine de ne olursa olsun tedbiri elden bırakmamak gerekiyordu.
Şamsi çok hastaydı, yemek yemeye ve su içmeye hali yoktu. Delal ana Şamsi’nin iyileşmesi için bir anne öz evladı için ne yapıyorsa onu yapar. Teselli eder, derdine yanar, beslenmesine dikkat eder ve Şamsi yavaş yavaş iyileşmeye başlar. Soran olursa” kuzu çobanı” derler ama kimse inanmaz dolayısıyla saklamanın bir anlamı yoktu, Kürecik’de kolay kolay sır çıkmazdı. Şamsi ilk günler yabancılık çeker ama Delal anadan gördüğü ana sıcaklığı, Husen’i Alli’ den duyduğu baba şevkati ve çocuklardan gördüğü sevgi ona güven verir. Husen’i Alli ve Delal ananın kızları vardı. Evli olan tek oğulları ölmüş geride Köse Haydar adında torunları öksüz kalmıştı.
Birgün Şamsi uyurken bir gürültü duyar ve uyanır. Askerler bir kadını kollarından çekerek götürmeye çalışıyor ama kadın direniyordu. Kadın Memed Ali’nin dağdaki arkadaşlarından birinin eşiydi, evinden almışlardı. Sesi duyan Delal ana bir sopa alıp evden dışarı çıkar. O zamana kadar köydeki diğer kadınlarda yetişir. Delal ana arkadan askerin birisinin ensesine sopayla vurunca asker sersemler, kadın diğer askeri iterek silahı kapar ve askerlere çevirir,‘’benim anam ağlıyacağına sizin ananız ağlasın’’ deyince, askerler ağlıyarak yalvarmaya başlarlar.
Askerin biri ‘’ben bir evin bir oğluyum kıyma bana’’ der. Diğeri ‘’ benimde anam, babam, kardeşlerim var, elini ayağını öpeyim öldürme bizi’’ der. Bunun üzerine Delal ana kadının önüne geçer ve askerlere siper olur ‘’yapma kızım, bırak gitsinler’’ der. Yalvar-yakar derken Kadın, Delal anayı kırmaz, askerlere ‘’sizi Delal anaya bağışladım, ne siz beni gördünüz ne de ben sizi gördüm’’ der. Askerler ‘’ tamam’’ deyip ordan kaçarak uzaklaşırlar. Askerler uzaklaştıktan sonra kadın, Delal ana ve diğer kadınlarla vedalaşır, tepeyi aşıp gözden kaybolur.
Bu olay dışarda olurken, içerde Şamsi korku ve telaşa kapılır. Delal ana içeri geldiğinde ‘’ana ne oldu?’’ diye sorar. Delal ana Şamsi korkmasın diye ‘’hiç oğlum küçük bir olay oldu, kapandı gitti’’ der. Delal ana öyle der ama Şamsi çok akıllı ve zeki bir çocuktu. O yaşta çok iyi bir eğitim almış, İncil’i, Tevrat’ı ve Kuran’ı okumuştu. Tehlikenin farkındaydı köye askerlerin baskın yapmadığı gün yoktu. Şamsi tedbiri elden bırakmaz. İyileşir iyileşmez ahırın en arka köşesinde kendisine bir sığınak yapar, askerler geldiğinde gider o sığınakta saklanır.
O sıralar köyleri dolaşıp sünnetçilik yapan bir adam çıkar, konuşurken cümlelerinin arasına bazen Ermenice sözcükler katar. O zamanlar Malatya’da çok dillilik olduğundan ve halklar birbirlerinin dillerini az çok anlayıp konuştuklarından aldıran olmaz. Ama bu durum Şamsi’nin dikkatini çeker ve varıp adamla tanışır. Meğer adam Ermeniymiş. Köyleri dolaşıp, oralarda sağ Ermeni kalıp kalmadığını öğrenmek istiyormuş. İçi kan ağlıyan adamcağız ”oğul seni sünnet edeyim, senin kafanla uğraşamayanlar uçkurunla uğraşırlar” der. Şamsi ürperirir ve utanır, biraz düşündükten sonra adama” ben kendimi sünnet ederim” der ve adamdan nasıl yapacağını öğrenir, ilaç ve bir ustura alır doğruca ahıra gider. Bu arada Husen’i Alli, Şamsi’nin kendini sünnet ettiğini görür. Sessizce oradan uzaklaşıp eve gider, ”nedir bu çocuğun çektiği” deyip ağlar. Osmanlı’nın zulmü bitmiyordu, öldürülün insanlar sünnetli ve sünnetsiz olarak ayırt ediliyor. Sağ yakalananlar veya şüphelenilen insanların cinsel organına bakılıyor, sünnetliyse bırakılıyor, sünnetsizse alıp götürülüyordu.
O günlerde geçer, Şamsi köye, köylüler Şamsi’ye alışır. Gider arkadaşlarıyla oynar, beraber kuzu otlatırlar. Öyleki bir yabancı geldiğinde arkadaşları ‘’Şamsi’’ değil ”Arif” diye çağırarak tedbir alırlar. Şamsi on altı yaşına geldiğinde çift sürmeye başlar. O yıl Husen’i Alli tarlaları nasıl süreceğini düşünürken, Şamsi ”baba ben tarlaları sürer ve ekerim” der. Husen’i Alli ”sürebilirmi acaba’’ dese de ”tamam oğlum” der.
Şamsi çift sürmeye başladığı ilk gün saban kırılır. Eşeğe kıyıp sabanı yüklemez, alır omuzuna bir saatlik yol yürüyerek Xan Gediği’ne gider. Orda Hus amca adında bir ustaya yaptırıp getirir. Ertesi gün öküzleri tekrar çifte koşar, yine saban kırılır. Yine alıp Hus amcaya götürür. Bu sefer ”Hus amca sen yorulma, hacetleri ver ben yaparım” der. Daha önce Hus amcanın nasıl yaptığını izlemişti, hacetleri alır sabanı yapar. Orda Hus amacanın öküzlerine koşarak dener, bakarki saban eskisinden daha sağlam olmuş. ”Adin ez la kariye fıltim (ben artık eşeklikten kurtuldum)” der.
Şamsi onsekiz yaşına geldiğinde hem marangoz, hem duvar ustası olan parlak bir genç olur. Tarlaya giderken Karte Sur’dan (Kırmızı Kedik) aşıp gider. Her gidip geldiğinde yokuşta bir taş var, gidip o taşa sırtını verip oturur. Hem dinlenir hemde uzaklara dalar düşünür. Daha sonra o taşa ”Kaviri Şamsi” (Şamsi’nin taşı) denir.
Bu arada Husen’i Alli ve Delal ananın bir erkek çocukları doğar adını ”Haydar” koyarlar. Şamsi ‘’bir kardeşim doğdu’’ der ve sevinir. Haydar yürümeye başladığında ona tahtadan oyuncaklar yapar.Husen’i Alli, Haydar’ın sevincini görünce ‘’keşke herkesin Şamsi gibi bir abisi olsa’’ der.
Yıllar çabuk geçer. Şamsi evlenme çağına gelmiş yakışıklı bir genç olur. Bu yakışıklılığından dolayı arkadaşları da kendisini kıskanmıyor değildi hani. Nice genç kızlar ona aşıktı ama o tek birine aşıktı. O da kendisine ”abi” diyen Husen’i Alli’nin kızıydı. Bazen Huseni Alli ve eşi Delal ana ”oğlum senin evlenme çağın geldi, beğendiğin biri varsa gidip istiyelim” diye sorarlar. Şamsi ”yok” der başka birşey demez.
Birgün Husen’i Alli ve eşi oturup konuşurlar ” bu böyle olmaycak” deyip bir karar alırlar. Gidip komşularının kızını isterler. Ancak kızın annesi ”sizinde evlenme çağına gelmiş kızınız var, neden kızınızı vermiyorsunuz” diye sorunca, Husen’i Alli ”onlar kardeş nasıl öyle birşey yaparız.” der. Kadın bilerek mi söylemişti, yoksa öylesine mi söylemişti bilinmez ama tam Şamsi’nin gönlüne göre konuşmuştu. Delal ana ”al kızını başına çal, benim oğlum elini sallasa ellisi gelir” deyip kızıp gelmişti. Bu arada Şamsi’nin içi içini yer. Ne yapacaktı, kendisine ”abi” diyen kıza nasıl ”ben sana aşığım” diyecekti. Hadi dedi, ya kız ne diyecekti. Sonra ”baba” dediği Huseni Alli’ye ” ana” dediği Delal anaya ne diyecekti. Bir çıkmaza girmişti.
Şamsi yermi yerdi yaşına gelmişti. O zamanlar Malatya’da bazı insanlar Halep’e gidip ordan kutnu kumaş ve tütün getirip satarlar. Kürecik’den Köse Haydar, Devriş’i Mıll’e ve Çaxo Hasan Halep’e ilk gittiklerinde bazı Ermenilerle tanışırlar ve Kürecik’e geldiklerinde Şamsi’ye anlatırlar. Bu Şamsi için bir fırsat olur ”babama söyleyim bu sefer bende sizinle geleyim, belki bir tanıdık bulurum” der. Şamsi Husen’i Alli’ye varır ”baba bu sefer bende gençlerle Halep’e gidecem” der. Husen’i Alli ” oğlum onların ihtiyacı var gidiyorlar, senin davarın var, tarlan var gidip ne yapacan” der. Şamsi ”baba belki orda bir tanıdık bulurum, gidip gelecem zaten” deyince, Husen’i Alli ”tamam oğlum” der.
Şamsi üç arkadaşıyla beraber Halep’e gider. Orda gidip bir kahvehaneye otururlar, kahvehane sahibine Ermeni mahallesini sorarlar, adam tarif eder. Şamsi arkadaşlarına ‘’siz oturun ben bir mahalleye gidip geleyim’’ der. Aradan üç dört saat geçer Şamsi gelmeyince arkadaşları teleşlanır, nerde kaldı derken, karşıdan takım elbiseli, foterli ve papyon takmış üç adamın geldiğini görürüler. Tanımazlar. Şamsi giderken sakallıydı, şimdi tıraş olmuş, takım elbiseli, foterli ve papyon takıp gelmişti. Zaten çok yakışıklı bir gençti, şimdi daha da yakışıklı olmuştu. Şamsi, Köse Haydar’ın boynuna sarılır ”babamdan çok özür dilerim, yalan söyledim ben gelmiyecem” der. Köse Haydar, Çaxo Hasan ve Devriş’i Mıll’e şaşırıp kalırlar, ne diyeceklerini bilmezler. Ağlıyarak vedalaşırlar.
Aradan yıllar geçer Şamsi bir daha geri gelmez, orda evlenir bir oğlu ve iki kızı doğar. Akçadağ ve Kürecik’den Halep’e gidip gelen tanıdıklar Şamsi’ye misafir olurlar. Şamsi gelen gidenle ”baba” dediği Huseni Alli’ye ”ana” dediği Delal’a hediyeler gönderir. Bu taraftan ise Husen’i Alli ”ne zaman gelecek?” diye haber yollar. Yıllar sonra Huseni Alli Şamsi’nin neden gelmediğini öğrenince ”ah yavrum, neden söylemedin ” der, üzülür.
Hem Husen’i Alli hemde eşi Delal bir daha Şamsi’yi görmeden ölürler. Ölüm haberini alan Şamsi bir daha anasını ve babasını kaybetmiş gibi olur ve derin üzüntü duyar. Husen’i Alli ölmeden önce, evin, tarlaların ve davarın yarısının Şamsi’ye verilmesini vasiyet eder ama Şamsi ’’benim de payım kardeşimin Haydar’ın olsun’’ der kabul etmez. Şamsi Kürecik’den ayrıldığında dokuz yaşında olan ve kardeşim dediği Haydar büyümüş evlenmişti.
Şamsi çalışıp çabalayıp biri Halep’de biride Azez’de olmak üzere iki mağaza açmıştı. Kardeşi Haydar’a Hacı Muhsin Han, No 62 adresinden sık sık mektuplar gönderip, davet eder. Ne yazıkki her seferinde bir engel çıkar Haydar gidip ”abi” dediği Şamsi’yi göremez.
Şamsi ölmeden önce oğlu Mihran’a ” git amcanı ve yiğenlerimi gör” diye vasiyet eder. Şamsi öldükten sonra Mihran Kürecik- Harunan’a gelir. İlk geldiğinde Türkiye sınırında gümrük memurları sorun çıkarıp rüşvet isterler, Mihran rüşveti verir ama küfürüde basar.
Mihran Kürecik’de çok iyi ağırlanır ve memnun ayrılır. Babasının vasiyetini yerine getirmekten, amacasını, yengesini ve kuzenlerini tanımaktan mutlu olmuştu. Yıllar sonra bir daha gelir. Her geldiğinde babasın adıyla anılan Kaviri Şemşi ”Şemşi’nin taşı” denen taşın yanına bir gidip sırtını taşa verip babasının anılarına sarılıp içlenir. Bu ikinci geldiğinde amcası ölmüştü ama başta büyük oğlu İsmail Güler ve yengesi olmak üzere yine Mihran’ı çok iyi ağırlarlar.
Mihran evliydi ama çocukları yoktu. Çok iyi bir eğitim almış ve on bir dil biliyordu. Babasından kalan mağazaların birini satmış birini de kiraya vermişti. Bir keresinde İsmail Güler ”amca oğlu neden bir daha evlenip evlat sahibi olmuyorsun” deyince, Mihran kızarak ”Benim eşim çok değerli bir insan, anama ve babama karşı hürmeti vardı. O kadar çok seviyorum ki onu, bir evlat için ben onu hiç üzermiyim” der. Sonra döner ”madem amca oğlunu düşünüyorsun küçük kızını ver biz büyütelim, okutalım, iyi bir eğitim alsın” deyince, İsmail Güler ne diyeceğini bilmez, durumu eşine anlatır. Eşi ”ben yavruma dayanamam” der, kabul etmez.
Mihran’ın üçüncü gelişi 12 Eylül 1980 askeri darbesine denk gelir. Kürecik o zaman Kızılbaş- Kürt kimliği yanında sosyalist kimliğiyle de anılır. Cunta köy okullarını işkencehaneye çevirerek Kürecik’de terör estirir. Vahşeti gören Mihran, İsmail Güler’e ”bu sefer sıra size geldi, çocukları alıp Halep’e gidelim” der.
Devletin baskıları sonucu Kürecik’den göç başlayınca İsmail Güler Halep’e değil o da köylüleri gibi Avrupa’ya çıkar ve İngiltere’de çocuklarıyla beraber göçmen olarak yaşamaya başlar.Yıllarca memlekete gidemezler, dolayısıyla Mihran’la irtibatları kopar. Geride bir Kaviri Şamsi (Şamsi’nin taşı) kalır bir de çocukların dilinde görmedikleri Şamsi amcaları.
AHMET GÜVEN
Londra’da yayınlanan GERÇEK gazetesinin Ocak sayısından