Yıl 1894-96’idi. Tahtta 2. Abdülhamit vardı. Korkak mı korkak, bağnaz mı bağnaz, despot mu despottu. Bir Ermeni düşmanıydı. Memlekette yaşayan cümle müslüman halkları İslam bayrağı altında Ermeniler’e düşman eder. Dört taraftan sarılan Ermeniler kimsesizdi.
AHMET GÜVEN – GERÇEK GAZETESİ
Ne olmuştu? Başında hürriyetsever görünen Abdülhamit meclisi ve anayasayı kabul ettiği için 1876’ da tahta çıkmıştı. O mecliste Eremiler’inde temsilcileri vardı. Bir yıl sonra Abdülhamit Rusya ile savaşı bahane ederek meclisi kapatır ve anayasayı kaldırır. Aydınları ezer, Ermenilere karşı ayrımcılıkta sınır tanımaz. Orduyu silahlandırır, masrafı Ermenilere yükler. Karşı çıkanlar ya öldürülür, ya sürgün edilir.
Aydınlanmacı, eşitlik ve özgürlük isteyen Ermeni gençleri katledilir. 1894-96 yılları arasında sadece İstanbul’da binlerce Ermeni genci öldürülür. İzmirde, Antep’de, Maraş’da, Samsun’da, Tabzon’da, Malatya’da, Harput’da, Diyarbakır’da, Urfa’da, velhasıl memleketin dört bir tarafında Ermeniler’e kırım uygulanır.
Okullar, kiliseler yakılır yıkılır, evler ve işyerleri yağmalanır. Akıl almaz bir vahşet uygulanır. Kadınlara, kızlara insanlık dışı muamele yapılır. Kimi çareyi müslümanlığa geçmekte bulur, onbinlerce Ermeni öldürülür, binlerce çocuk yetim bırakılır.
Bu hikaye o dönem dokuz yaşında yetim bırakılan ve ‘’Menekşe’’ ismi verilen Menekşe hatun’nun hikayesidir. Menekşe, Malatya’nın ileri gelen ailelerinden Çitaklar’dan Agop ve Lusiye’nin kızıydı. Evin en küçüğü ve çok nazlıydı. Yedi yaşındayken halk arasında ‘’ağda’’ denen bir hastalığa yakalanır. İyileşmesi için aile seferber olur. İyileşir iyleşmez ailecek alıp Kudüs’e götürürler, orda vaftiz edilir, koluna bir haç işareti yapılır ve altına o yılın tarihi yazılır, ardından Malatya’ya geri dönerler.
Çitaklar tarımcılık yapan, dokuz değirimenleri olan ve ticaretle uğraşan zengin bir aileydi. Agop ilk eşini kaybettikten sonra Lusiye ile evlenmişti. İlk eşinden bir oğlu ve Rukiye adında bir kızı vardı. Lusiye’de ilk eşinden ayrılmış Ahsapo adında bir kızı vardı. Ahsapo babası ile kalıyordu.
Çitaklar’ı Malatya’da herkes tanırdı. Malatya farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir kültür merkeziydi. Abdülhamit’in kırım fermanından evel Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında pek sorun yoktu, dostluk ve saygı öndeydi. Ancak 1894-96 da durum değişir, barbarlık öne çıkar. O yıl Çitaklar’da tatlı bir telaş vardı. Nişanlı oğullarını evlendireceklerdi. Düğün günüydü. Ama düğün yapılmaz. Düğünden önce askerler evi basar Agop’u, oğlunu ve konukları sorgusuz sualsiz alıp götürürler ve bir daha haber alınamaz. Diğer taraftan kışkırtılmış müslüman halkın saldırıları başlar. Ermeni gençleri derme çatma silahlarla saldırılara karşı koymaya çalışır ama vahşetin önüne geçilemez.
‘’Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş
Korudur ey benli Dilber korudur
Gülünü dermemiş dalını kırmış
Korudur ey benli Dilber korudur’’ Pirsultan
Çitakların konağında eşi ve dört oğluyla hizmetkarlık yapan bir adam vardı. Bir gün hizmetkar gelir Lusiye’ye ‘’sizi alıp eşinizin yanına götürecekler’’ der. Konak bahçenin içinde ve bahçede her çeşit meyve ağacı vardı. Konağın arkasında ise kocaman bir dut ağacı.
Lusiye hizmetkarı ve oğullarını çağırır. Dut ağacının altında 25 çelik bulgurun kaynatıldığı bir kazanın gömüleceği bir kuyu kazdırır. Kazan kuyuya indirilir. Evdeki değerli eşyalar o kazana yerleştirilir. En üste oğularının giyemediği damatlık elbisesi düzgün bir şekilde konur. Eşyalar yerleştirildikten sonra kazanın ağzı kapatılır ve üstü toprakla örtülür. Lusiye, hizmetçiye döner ‘’gelirsek bu eşyalar bizimdir, gelmezsek sizin olsun’’ der.
Ertesi sabah bir grup asker kapıya dayanır ‘’sevkiyat’’ var deyip Lusiye’yi ve kızları alıp götürürler. Kadınlardan ve çocuklardan oluşan bir grupla yola çıkarırlar. Malatya’nın çıkışında bir asker Rukiye’yi gruptan ayırır ve götürür bir eve bırakır. Geri gelene kadar sahip çıkmalarını tembih eder. Lusiye isyan eder, bunun üzerine asker niyetinin kötü olmadığına dair söz verir.
Grup Arapkir’e vardığında, Arapkir yakılıp yıkılmıştı. Büyük bir Ermeni kırımı yapılmıştı. Arapkir’de Çitaklar’ın tarla işlerini yapan müslüman bir kivreleri vardı. Lusiye bir yolunu bulup kivrelerine gidebilirlerse, onların kendilerine sahiplik edeceklerini ve kırım durduktan sonra Malatya’ya geri döneceklerini düşünür. Dolayısıyla Rukiye’yi gruptan alan askere varır durumu izah eder. Asker bir yolunu bulur Lusiye ve kızını grupdan ayırır.
Lusiye kızı ile beraber kivrelerine giderler. Ama durum Lusiye’nin düşündüğü gibi olmaz. Kirveleri çok kötü davranır, ‘’gavur’’ deyip saldırırlar. Üst başlarında ne varsa alırlar. Kulaklarındaki küpeyi almak için kulaklarını yırtarlar. Lusiye her ne kadar ‘’yapmayın etmeyin, biz kirveyiz,eski dostuk’’ dese de fayda etmez. Elini kolunu bağlayıp bir köşeye atarlar.
Lusiye şaşkındı. Malatya’ya hediyesiz gelip, hediyesiz gitmeyen kirveler düşman kesilmişti. Abdülhamit kivreleri bile düşman etmeyi başarmıştı. Lusiye anlamıştı, ‘’aman’’ yoktu. Kivreler namazını kıldıktan sonra Lusiye’yi ve kızını alıp bahçeye ağaçların arasına götürürler. Lusiye insanlıktan çıkmış bu kivrelerine dönerek ’’sizden korkan sizden kötü olsun’’ der. Sonra kızına döner ‘’korkma kızım’’ der. Adamın biri kızı tutar, kirvesi elinde balta ile Lusiye’nin başucunda ‘’allah-u ekber’’ deyip baltayı kaldırır. Lusiye ‘’Allah belanızı versin’’ der ve kafası yan tarafa düşer.
Kız‘’mama’’ diye bir çığlık atar ve donup kalır. Sonra ne yapacağını şaşırmış halde hareket eder. Kivreler katil olup çıkmıştı. Küçük kıza dünyanın en büyük acısını yaşatıp geri eve getirirler. Asıl ismini söylemezler. Asıl ismini doğduğunda annesi vermişti. O gün o isim annesiyle beraber elinden alınmıştı. Anasını öldürenler ona Menekşe derler. Bu ismi değiştirmez bir tarih olarak tutar.
‘’Derdim çoktur hangisine yanayım
Yine tazelendi yürek yarası
Ben bu derde nerde derman bulayım
Meğer dost elinde ola çaresi’’ Pirsultan
Harman zamanıydı. Tarlada biçilen ekinler harmana toplanır. Bir kaç hafta sonra Akçadağ (Arga)’ın Ören köyünden Hasan ağa Arapkir’e Menekşe’nin kaldığı ailenin evine gelir. Hasan ağanın o taraflarda bir çiftliği vardı. O aile çiftlikte ortakçı olarak çalışıyordu. Ağaya hizmette kusur etmezler. Birara Menekşe’nin yıkılmış hali Hasan ağanın dikkatini çeker. ‘’Ne olmuş bu çocuğa?’’ diye sorar. Ev sahipleri ‘’bu kız Ermeni sevkiyatından kaldı, bizde hayrımıza bakıyoruz’’ derler.
Hasan ağa Menekşe’yi ordan alır,’’buda benim kızım sayılır, çocuklarımla büyür’’der, Ören’e getirir. Ören bir Türk Kızılbaş köyü idi. Hasan ağanın eşi, Menekşe’yi aklar paklar güzelce giydirir. Gün geçtikçe benzi beti yerine gelir ama parçalanmış ruhu nasıl sarılacaktı? Kadıncağız Menekşe’yi çocuklarından ayırmaz. Menekşe yaşadığı büyük acının etkisindeydi, geceleri kabus görür,yatakta sıçrayıp uyanır. Kadıncağız, Menekşe’ye sarılıp uyur. İnanca göre korkmasın diye yastığının altına ekmek kor.
Hasan ağa daha sonra Arapkir’deki ailenin Lusiye’yi öldürdüğünü öğrenince onlara bir daha ortaklık vermez ve görüşmez.
O günler bir Kızılbaş dedesi Ören’e gelir, Hasan ağanın evine misafir olur. Köylüler oraya toplanır. Hasan ağa ‘’ dedem bu ne haldır?’’ diye sorar. Dede‘’ Ne olsun dün bize yaptıklarını bugün Ermenilere yapıyorlar’’ der. Muhabbet derinleşir. Yaşlı bir kadın Osmanlı’nın katliamlarını lanetleyerek anlatır.
Malatya ve Maraş tarafından kırım haberleri gelir. Kırıma direnen Ermeni yerleşkelerinde Maraş bölgesinde bir Zeytun birde Hacın kalmıştı. Aynı zamanda Osmanlı, Ermeniler’e destek çıkmasınlar diye Kızılbaşları da katletmeye başlar. O yıl Akçadağ (Arga)’ın Tümukan (Tümükler) köyünde birgünde Kırkdan fazla Kızılbaş Kürt katledilir.
Dede,‘’çiçekler birbirine bakarak güzelleşir, halklarda öyle çiçek gibi birbirlerine bakarak güzelleşirler. Ama Malatya çorağa döndü. Dost kapıları kilitlendi. Her tarafı yobazlar doldurdu. Sevgi kalmadı’’ der. Menekşe için dua eder.
Sonra bağlama eşliğinde muhabbet devam eder. Yanık, yanık okunan beyitler eşliğinde hem dede hemde dinliyenler gözyaşlarını tutamazlar.
Dede Ören’de bir kaç gün kalır. Hasan ağadan ve eşinden bir istekde bulunur. ‘’Menekşe’yi verin benim evladım olsun’’ der. Aslında bu isteğe ne Hasan ağanın ne de eşinin gönlü razı gelmez ama dedeye ‘’hayır’’ diyemezler. Dede, Menekşey’yi alır kendi köyü Dede Efendi’ye götürür. Menekşe, köyde sevilen bir çocuk olarak büyür.Yıllar geçip evlenme çağına geldiğinde aynı köyde Cıbo dede adında bir dede ile evlenir. Cıbo dede evliydi ama hiç evladı yoktu. Eşi Elif, soyu sürdürecek bir evladın olması için dedenin evlenmesine rızalık verir.
Menekşe yıllar sonra hamile kalır. Doğacak bebeğini heycanla bekler ama aradan onca yıl geçmesine rağmen ailesinden bir haber yoktu. Her seferinde bir umut derken 1915’de kırım tekrar başlar. Ermeniler, ortadan kaldırılması gereken düşmanlar olarak gösterilir. Her yerde olduğu gibi Malatya’da da Ermeniler temizlenmiş olur.
Menekşe hatun hamileyken Cıbo dede ölür. Bir kız çocuk doğurur Cevhair adını verirler. Evde hüzün ve sevinç birarada yaşanır. Menekşe hatun kadar Elif anada bebekle ilgilenir. Bir yıl sonra Elif ana ölür. Menekşe hatun önce Cıbo dedeyi, şimdi de Elif anayı kaybetmenin acısını yaşar ama hem köylüler hemde talipler yalnız bırakmaz. En zor zamanda yanında olurlar. Birinci dünya savaşı bittiğinde ‘’Ermeniler nerdeyse açığa çıksın ve mallarına sahiplik yapsın’’ diye bir çağrı yapılır.
Menekşe hatun heycanlanır. Onun derdi mal mülk değil, ailesinden birilerini görebilme umuduyla kalkar Malatya’ya o zamanın tapu dairesine gider. Orada aynı niyetle gelmiş iki ablasına ulaşır. Artık dünyalar Menekşe hatunundur. Ablası Ahsapo evlenmiş ve Mısır’a yerleşmişti. Ablası Rukiye ise kendisini alıkoyan askerle evlenmişti. Askerin önceki eşi görme özürlü ve bir kızı vardı. Rukiye’den çocuk doğmayınca başka bir kadınla daha evlenmişti.
Rukiye daha sonra adamdan ayrılır. Kendisine bir evlat edinir ve bir ev alıp Malatya’ya yerleşir.
Maldan mülkten bir şey alamazlar ama üç kız kardeşin buluşması dünyaları değer. Üç kız kardeş ölene kadar irtibatı kesmezler.
Bu arada İbrahim ağa Menekşe hatunun Çitaklar’ın kızı olduğunu öğrenmiş olur. İbrahim ağa Alxas aşiretindendi ve Elbistan’ın Beştepe köyünde oturuyordu. Zengindi. Abisi Kalender (Fakri Haydari) ağalığı kabul etmediği için babası ağalığı İbrahim ağaya bırakmıştı. Kalender yörenin önde gelen şairlerindendi.
İbrahim ağa iki kere evlenmişti. İlk eşi Fadime ölmüş, ikinci eşi Zöhre vardı. Menekşe hatuna evlilik teklif eder, Menekşe hatun kabul eder ama bu o kadar kolay olmaz. Önce İbrahim ağanın amcazadeleri karşı çıkar. Çünkü hem Zöhre hatun vardı, hemde dedenin eşiyle evlilik isteği doğru bulunmaz.
Bir yıl sonra Zöhre hatun hastalanır ölür, çocuklar ortada kalır. Bunun üzerine ağanın abisi Kalender ‘’git Menekşe hatunu al getir’’ der. Haberleşirler. Menekşe hatun kızı Cevhair’i de yanına alarak Kör Süleymanlar köyüne gelir, Haskuttuk’un evine misafir olur. Oradan haber yollar.
Beştepe köyünden on kadar atlı yola çıkar. Kör Süleymanlar’a vardıklarında Ören köyünden bir grup insan oraya gelmiş olur. Örenliler Cıbo dedenin talipleriydiler. Menekşe hatun hem dedenin yadigarıydı hemde manevi olarak dedenin yerine sayılıyordu. Dolayısıyla bu evliliğe razı olmazlar. İş kavgaya kadar varır. Araya Haskuttuk ve köyün ileri gelenleri girer. Taraflar yatıştırılır. Menekşe hatun kararını vermişti, Alxaslılarla gelir. Örenliler ‘’yapacak bir şey yok’’ deyip geri dönüp giderler.
Menekşe hatun artık İbrahim Ademoğlu ile evliydi. Cıbo dededen bir kızı, İbrahim ağadan üç oğlu ve bir kızı olur. İbrahim ağa yakışıklı, yapılı ve güzel geyinen bir adamdı. Zengindi, daha da zengin olmak ister. Bundan dolayı amcazadeleri ile anlaşmazlığa düşer ve 1935’de öldürülür.
Menekşe hatun için zor bir dönem başlar. Çünkü kocası öldürülmüş, akrabalar arasına düşmanlık girmişti. Ailede söz kendisinindi. Ne yapacaktı? Acısını yaşar ama kan davasının sürmesine izin vermez. Çocuklarının büyütür ve okutur. Büyük oğlu Erdoğan Ademoğlu doktor olur ve Maraş devlet hastanesinde baştabiplik yapar.
‘’Yağa yağa yağmur yağa
Ucu geldi bizim eve
İki tane atlı yitirdim
Biri dede biri ağa’’ (Menekşe Hatun)
Geçmişinden pek bahsetmez, yaşadığı vahşeti anlatıp çocuklarını üzmek istemez. Zaman zaman görümcesi Huri ile biraraya geldiklerinde dertleşirler. Huri, 1915 yılında Osmanlı’ya başkaldırdığı için Harput’da arkadaşları ile beraber idam edilen Kürecikli Memed Ali (Mamad Ali Axık’e)’nin eşiydi.
Çok iyi ata binen, güzel ve yiğit bir kadındı. Sert görünüşü altında merhametli bir yüreği vardı. Bir keresinde kocasını vuran adamın düşe kalka odun getirdiğini gördüğünde babasına yardım etmediği için kalkıp adamın oğluna kızmıştı.Varlıklıydı. Devlet dairesine gittiğinde kapıya tekme ile vurup içeri girer. O Menekşe hatundu, herkes bilirdi. Zenginliğine dayanıp, ihtiyaç sahibi bazı insanları askere göndertmemişti.
Bir çok davaya girip çıkmıştı. 1962 yılında Alxas aşiretinden Aktil köylüleri ile müslüman Türk köyü İnceciklerin bir arazi davası olur. Aktil ile İncecik köyü arasında bulunan Bebe mezrası Aktillerindi. Aktillerin Bebe’de evleri ve ahırları vardı. İncecikler hak idda eder. Bunun üzerine mahkeme mezranın yıkım kararını verir. Müfreze eşliğinde evleri yıkmaya gelen İncecikler, Alxasların karşı koymasıyla geri çekilirler. Daha sonra büyük bir müfreze eşliğinde saldırı yapılır. Askerler Aktillileri kuşatma altına alır, İncecikliler ise evleri yıkıp yağma ederler. İnceciklilerin muhtarı ve ileri gelenleri ‘’Allahını seven Kızılbaşların, Kürtlerin evlerini yıksın, bir taş söken cennete gider’’ diyerek insanları kışkırtır.
Menekşe hatun aynı annesi Lusiye gibi ‘’Allah belanızı versin, memleketi cehenneme çevirdiniz’’ der. Evleri-barkları yıkılan Alxaslılar per perişan olur. Ortada kalan insanlara Kızılay çadır bile vermez. Alxaslı eyvallah etmez kendi insanlarına sahip çıkmasını bilir.
Bebe’nin dörte biri İbrahim ağadan kalma Menekşe hatunundu, ellerinden alınmış, mera yapılmıştı. Bir keresinde bir davada bir sakallı Menekşe hatunun Hırıstiyan olduğunu ima ederek ‘’Menekşe hatun kelimeyi şahadet getirsin, ben davamdan vazgeçerim’’ deyince, Menekşe hatun lafını esirgemez, döner adama ‘’sakalı boklu sen benim kelimeyi şahadet getirdiğimi ne zaman gördün ki şimdide göresin’’ der.
1971 yılında Cıbo dededen bir torunu Antep’de hakimlik yaparken öldürülür. Kırk gün sonra oğlu İsmail kalp krizi geçirir ve ölür. Menekşe hatun büyük bir acı yaşar. O güne kadar oğlu kan davasına karışır diye tedirgin yaşamıştı. Yaşadığı acıya rağmen ‘’ben bu gece rahat uyudum’’ diyerek içilenir.
Menekşe hatun 1978 Mart’ında Beştepe köyünde çok sevdiği torunu İbrahim Ademoğlu’nun yanında hayata gözlerini yumduğunda yedi yaşındayken koluna yaptırılan haç ve tarih halen duruyordu. Öldüğünde doksan üç yaşındaydı ama mezar taşına doğum tarihi olarak 1900 yazılır.
Çocukluğu ve ismi annesiyle beraber elinden alınmıştı hatırladınız mı?
AHMET GÜVEN
GERÇEK GAZETESİ