“DÜN CÜBBEMIZI GİYEREK SAVUNDUKLARIMIZI BUGÜN AÇLIĞIMIZLA SAVUNUYORUZ”
Baro Başkanlarının başlatmış oldukları bu eylemin talepleri arasında, ölüm orucunda olan avukatların talepleri olmazsa olmazı olmalıydı.
Ülkedeki Baroların, ezici bir çoğunluğunun kendi örgütsel yapılarına ilişkin yapılmak istenen yasal düzenlemeye karşı başlattıkları Savunma Yürüyüşünün demokratik bir hak talebi olduğu için destekliyorum. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına getirilen, kişilik yoksunu Metin Feyzioğlu gibi birini getirmelerini ayrıca ve gerçekten eleştirilmesi gerek bir durum. Bu kadar kişilik yoksunu, akıl fukarası, onursuz birini bu kurumun başına getirilmemeliydi. Bu adam; ne bilgi, nede o makama yakışır bir karizmaya sahip biri değil. Ama her nasıl olmuşsa, Türkiye barolar birliğinin başkanlığına getirilmiş. Başından beri yapılan bu eylemi sarayın talimatıyla boşa çıkarmak ve sahibine yaranmak için yapmadığı oyun, atmadığı takla kalmadı. Ama başarılı olmadı ve gereken dersinide aldı anlarsa tabi. Yürüyüş kortejine alınmamasıyla yüreklere su serpilmiş oldu desek abartı olmaz. Neyse konumuz bu değil.
Avukat Çiğdem Akbuluta, Ebru Timtik’in cezaevinden gönderdiği mektubunu çok anlamlı ve bu konuda çok şey anlattığı için paylaşmak istiyorum. Mektupta özetle şu ifadelere yer verilmiş:
“Bu sesleniş asla bir alışkanlıkla, altı boş olarak yazılmış değil. Bizim için değerlisiniz. Ama ülkemiz için daha çok değerlisiniz. Sosyal medya hesabında bir beğeni işaretinin bile soruşturma konusu yapıldığı ülkede, korku ikliminde; virüs kapmayı, soruşturmaya uğramayı, polis tarafından itilip kakılmayı göze alıyorsunuz. Avukatlar bile etkili bir yol bulamıyorlar, ölüme giden bir açlık içindeler. Uzaktan da baksanız yakından da baksanız bu kadar basit aslında. Dün cübbemizi giyerek savunduklarımızı bugün açlığımızla savunuyoruz.” diyor.
“Dün cübbemizi giyerek savunduklarımızı bugün açlığımızla savunuyoruz.” diyerek, aslında tüm topluma ve yaşanan duyarsızlığa karşı verilen bir mesaj olarak algılanmalı. Bugüne kadar (özellikle 12 Eylülden bugüne) bu ülkede o kadar çok adaletsizlik, hak ihlallı, katliam (özellikle Kürdistanda ve devrici tutsaklara karşı) faili meçhul cinayetler ve sürgünler yaşandı. Cezaevlerinde dünyanın gözleri önünde devrimci tutsaklar kurşunlanarak ve diri diri yakılarak katledildiler. Kısacası ülkenin ezici bir çoğunluğunun görmezden geldiği çok acılar yaşandı bu ülkede. Ve ne yazıkki yaşamaya, yaşatılmaya devam ediliyor.
Bügün ölüm orucundaki Ebru Timtik ve Aytaç Ünsalın başlattıkları ölüm oruçu kırıtik bir aşamaya gelmiş ve her an ölümle sonuçlanabilir. Öncesi eylemlerde olduğu gibi, ilgisizliğin ve duyarsızlığın, onlarca devrimcinin yaşamlarını yetirmesine sebep olmuş ise, bugün Ebru Timtik ve Aytaç Ünsalın durumu karşısında da, yeterli ders çıkarılmadığı kanısındayım.
Artık basının karşısına çıkıp bir kaç laf etmekle, faşizm geri adım atmıyor. Basının karşısına çıkarak yapılan açıklamaların (yapılmasın demiyorum) mevcut faşist iktidar açısında bugüne kadar caydırıcılığının olmadığını defalarca tecrübe ettik. Çünkü ülkede faşizm kol geziyor. Ve ülkede korku rüzgarları hakim. Bir azınlık ( devrimciler ve Kürtler ) dışında herkes sesiz kalmayı yeğliyor.
Ülkeni Ana muhalefet partisi lideri, gurup toplantılarında, iktidarı partisi ve başındaki zat hakında ağzına geleni söylemekten geri durmaz ve arkasından basının karşısına çıkar “bizi sokağa çekmeye çalışıyorlar” diyerek kitleleri itaat etmeye, biat etmeye davet eder. Bu da, sarayın işini dahada kolaylaştırıyor. Takındığı bu teslimiyetçi tutumuyla Ana muhalefet partisini, HDP’lilerin dokunulmazlıklarında ve tutuklanmalarında çok karşılaştık. HDP’nin başlatmış olduğu “darbelere karşı demokrasi yürüyüşü”nde de gördük aynı tutumu. Bu konuda, benim CHP’nde bir beklentim yok. Beklenti içinde olanlar için bir hatırlatam olsun diye söylüyorum.
Adil yargılanma talebiyle ölüm orucuna yatna Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukatlar Ebru Timtik ve Aytaç Ünsalın bu talebi; Baro Başkanlarının başlattıkları bu eylemin amaçlarında biri olmalıydı. Hatta birinci talebi olmalıydı. Evrensel hukukun dünyada (uygar dünyada) kabule görmüş bir hak olduğunu, yargılayanların bir lütfu olmadığını, sanırım Türkiyedeki çay toplayan yargı dışında bilmeyen yok. Türkiyede, yargıda olduğu gibi bugüne kadar kazanılmış iyi, kötü tüm kazanımlar bu iktidarın başındaki (tek adamın) zattın talimatları doğrultusunda bir bir yok olmuş ve istediği Türk İslam sentezli faşizmin kurumsallaştırılmasında hızla yol almaktadır.
Ölüm oruçlarından bugüne, kaybettiklerimizin ardında güzellemeler yapmak değil, onların hayata tutunmaları için herkesin üzerine düşeni yapması demokrasinin ve demokratlığın bir gereği olsa gerek. Tersi; mevcut iktidarın yapmak istediği zulmün karşısında kabullenici konumda kalmaktır.
Tekrarlıyorum; Baro Başkanlarının başlatmış oldukları bu eylemin talepleri arasında ölüm orucunda olan avukatların talepleri olmazsa olmazı olmalıydı bu eylemin.
Resul Erenler —2020